hürriyet pazar ekinde acımı paylaşan bir yazıya denk gelince linktirmeden edemedim.
kanal d'de dönmekte olan ve pazar akşamı zaplarken arada denk gelmeye bile dayanamadığım, bkm mutfak ürünü şefin salatası "çok güzel hareketler bunlar"... yavan, hatta olmayan oyunculuk, "murat koyayım da tur at" benzeri ilkokul 3. sınıf esprileri, ne kadar çabalanırsa çabalansın telaffuz fukaralığından anlaşılamayan replikler. koskoca adamlar ilkokul müsameresinden daha kaliteli bir iş ortaya koyabilmeli fakat malzeme bu kadar. yılmaz erdoğan'ın zorlama duayen tavırları da ancak kendisi için ego cilası. neresinden baksan fecaat, neresinden baksan fiyasko, hatta tiyatro açısından bakarsak ırz düşmanlığı.
olmaz olsun böyle hareketler.
Tuesday, October 27, 2009
Monday, October 19, 2009
uzun hikaye
the following events take place between 03.09.2009 and 19.10.2009.
yetişmeli. yetişmek zorunda. aralıklarla da olsa aylardır bunun üzerinde çalışıyorum ve bazı şeyleri elde etmem tamamen buna bağlı. lafı dolandırmanın lüzumu yok; "bu", allah'ın belası bitirme projem. egiBlog'u takip ediyorsanız aşağı yukarı ne üzerine olduğunu da biliyorsunuzdur zaten ama kısa bir özet geçeyim ben yine de. a durağından b durağına sadece otobüs kullanarak en az sayıda aktarma ile en hızlı nasıl gidilir sorusuna istanbul özelinde cevap bulmaya yarayan bir uygulama yazdım. veriler iett web sayfasından apartma, algoritmasını ise elcağızlarımla hazırladım. ağustos'un bilmem kaçında teslim etmek üzere hazırlanmış olsam da birtakım düzenlemeler için 15 gün ek süre aldım ve bu 3 eylül 2009 saat 23:59'da doluyor. mesai sonu rapora son şeklini vermek için kendimi paralıyorum pink'in funhouse'u eşliğinde. ama ne paralamak; 5 dakikada bir saate bakmalar, materyalin ne kadarını kullandığımı tekrar tekrar defalarca kontrol etmeler, gerim gerim gerilmeler. gerilmek için proje haricinde çok sağlam bir neden de mevcut; proje teslimatının hemen ertesi günü izine ayrılıyorum ve o günün sabahına uçak biletlerini almış, kalacağım yerin rezervasyonunu falan halletmiş durumdayım. elimdeki işin ertesi güne kalma ihtimali söz konusu bile değil yani. neden sonra raporu tamamladım, çıktısını aldım, uygulama + veritabanını bir diske yazıp paketledim. saat 23:05 falan. o saatte okula, hisar kampüs'e uzandım, projeyi hocanın kapısının altından attım ve aynen eve döndüm. 3 saat uykuyla izmir uçağına bindim.
iki saat sonra geçen sene bu zamanlarda neredeysem oradaydım, tabii çok önemli bir farkla. bu yıl yanımda valide hanım hazretleri de var. zaten bu yıl da kuşadası'na gitmiş olmamın esas nedeni de bu; macera aramıyoruz, bildiğimiz yerde takılıyoruz. kalacağımız yer yılancıburnu'na (ve dolayısıyla batıya) bakan bir yamaca kurulu bir apart otel. alelacele yerleşip o yorgunlukla denize girmek tarif edilemez bir duygu, ki şu anda edemiyorum. on nümero, harika, hislerin hası. ilerleyen günlerde apart'taki hizmet kalitesinden dolayı epey canımız sıkıldı ama çok da kafamıza takmadık; bütün gün dışarıdaydık zaten ve iki kişi 70 m2 mekanda yayıla yayıla dinlendik. her neyse, bu yılda türk-yunan dostluğunu ilgilendiren gelişmeler oldu ada'da. geçen yıl 7 eylül'de (ada'nın düşman işgalinden kurtuluş günü) geldiğimden birincisini kaçırdığım 2. kuşadası-samos dostluk barış festivalinin bu yakadaki etkinliğini izledim. 5 eylül. yeni düzenlenen "ismail cem dostluk ve barış meydanı"na iki blok halinde sandalyeler atılmış, bir tarafta bizim yerliler tıklım tıkış, diğer taraf ise yolları gözlenen yunan dostlarımıza ayrıldığı için boş tutuluyor. zabıta pek bir şahin, barış güvercini bile olsa kuş uçurtmuyor o rezerve kısımda. ufaktan oturanlara da sataşmadan edemiyoruz; "kalispera madam!" taş konusu hanımefendi "gavurlar gelince kalkacağım" diye açıklama yapma ihtiyacı hissediyor. neden sonra iki elin parmaklarını biraz geçen sayıda samos'lu geliyor ve kalan -ve zaten öyle ya da böyle oturduğumuz- yerlere oturma hakkımız teslim ediliyor; de facto değil de jure oturuyoruz. karşı kıyıdan bir müzik grubu bildik ezgiler çalıyor, aralarına bir ara fuat saka da katılıyor. eşlik edebildiğimiz kısmına eşlik ediyoruz. sonrası ise tam bir yapmacıklık gösterisi; havada uçuşan benden-sana-senden-bana plaketler, eleutherion'lu synergasia'lı adelphoi'li şişirme tiradlar, ateşte yemek bırakmış ev hanımı ürkekliğinde ve becerisiyle çeviri yapan grek teyze ve kuşadası ticaret odası başkanı'nın tüm gecenin foyasını ortaya çıkaran "burada kardeş ayağı yapıyorsunuz ama kapınıza vize istemeye gelince şekilden şekile giriyoruz" mealindeki son sozü. bu esnada yunanistan'ın izmir başkonsolosunun yüzünün geçirdiği renk ve şekil değişikliklerini takip etmekte zorlandığımı söylersem yanlış olmaz.
ha, iki gün sonra ne oldu? dostlarımızdan kurtulduğumuz için bir şenlik, bir şenlik!
istanbul civarını sel bastığı sıra 1-2 gün yağmur yağdı, farketmeden iki haftayı doldurduk ve geri döndük. geldiğim gibi kendimi nerede bıraktıysam orada buldum. kritik arşiv işlerinden biri patlamış ve mutlaka benim bakmam gerekiyor. bir provizyon kaydıyla ilgili detaylı bilgi isteniyor, zamanında ben vermişim, ben yokken o detayda bilgi alamamışlar, benim verdiğim gibisini istiyorlar. geldiğimin ilk günü bir saat erken çıkmam gerekiyor, çünkü mezuniyet törenime katılmam gerekiyor. projem kabul edilmiş yani her nasılsa. orada biraz sallanıyorum. ilerleyen günlerde de okuldan 300 tl alacağım olduğunu öğreniyorum. unutmazsam bir ara bölümden yazı alıp saymanlığa bırakmam gerekiyor. parayı okula vermek ise her nedense geri almaktan çok daha kolay.
dükkanda işler oldukça yoğun, sorumluluklar giderek artıyor. yakınlarda terfilerin açıklanma ihtimali var ve bizim tertipten (ocak '07 girişliler) en az bir kişinin proje sorumlusu olacağı yönünde bir beklentimiz var. ben olursam hayır demem :) ept adına yeni bir şey yok, hiçbir ept işinin kapağını bile açmadım bu ay.
yetişmeli. yetişmek zorunda. aralıklarla da olsa aylardır bunun üzerinde çalışıyorum ve bazı şeyleri elde etmem tamamen buna bağlı. lafı dolandırmanın lüzumu yok; "bu", allah'ın belası bitirme projem. egiBlog'u takip ediyorsanız aşağı yukarı ne üzerine olduğunu da biliyorsunuzdur zaten ama kısa bir özet geçeyim ben yine de. a durağından b durağına sadece otobüs kullanarak en az sayıda aktarma ile en hızlı nasıl gidilir sorusuna istanbul özelinde cevap bulmaya yarayan bir uygulama yazdım. veriler iett web sayfasından apartma, algoritmasını ise elcağızlarımla hazırladım. ağustos'un bilmem kaçında teslim etmek üzere hazırlanmış olsam da birtakım düzenlemeler için 15 gün ek süre aldım ve bu 3 eylül 2009 saat 23:59'da doluyor. mesai sonu rapora son şeklini vermek için kendimi paralıyorum pink'in funhouse'u eşliğinde. ama ne paralamak; 5 dakikada bir saate bakmalar, materyalin ne kadarını kullandığımı tekrar tekrar defalarca kontrol etmeler, gerim gerim gerilmeler. gerilmek için proje haricinde çok sağlam bir neden de mevcut; proje teslimatının hemen ertesi günü izine ayrılıyorum ve o günün sabahına uçak biletlerini almış, kalacağım yerin rezervasyonunu falan halletmiş durumdayım. elimdeki işin ertesi güne kalma ihtimali söz konusu bile değil yani. neden sonra raporu tamamladım, çıktısını aldım, uygulama + veritabanını bir diske yazıp paketledim. saat 23:05 falan. o saatte okula, hisar kampüs'e uzandım, projeyi hocanın kapısının altından attım ve aynen eve döndüm. 3 saat uykuyla izmir uçağına bindim.
iki saat sonra geçen sene bu zamanlarda neredeysem oradaydım, tabii çok önemli bir farkla. bu yıl yanımda valide hanım hazretleri de var. zaten bu yıl da kuşadası'na gitmiş olmamın esas nedeni de bu; macera aramıyoruz, bildiğimiz yerde takılıyoruz. kalacağımız yer yılancıburnu'na (ve dolayısıyla batıya) bakan bir yamaca kurulu bir apart otel. alelacele yerleşip o yorgunlukla denize girmek tarif edilemez bir duygu, ki şu anda edemiyorum. on nümero, harika, hislerin hası. ilerleyen günlerde apart'taki hizmet kalitesinden dolayı epey canımız sıkıldı ama çok da kafamıza takmadık; bütün gün dışarıdaydık zaten ve iki kişi 70 m2 mekanda yayıla yayıla dinlendik. her neyse, bu yılda türk-yunan dostluğunu ilgilendiren gelişmeler oldu ada'da. geçen yıl 7 eylül'de (ada'nın düşman işgalinden kurtuluş günü) geldiğimden birincisini kaçırdığım 2. kuşadası-samos dostluk barış festivalinin bu yakadaki etkinliğini izledim. 5 eylül. yeni düzenlenen "ismail cem dostluk ve barış meydanı"na iki blok halinde sandalyeler atılmış, bir tarafta bizim yerliler tıklım tıkış, diğer taraf ise yolları gözlenen yunan dostlarımıza ayrıldığı için boş tutuluyor. zabıta pek bir şahin, barış güvercini bile olsa kuş uçurtmuyor o rezerve kısımda. ufaktan oturanlara da sataşmadan edemiyoruz; "kalispera madam!" taş konusu hanımefendi "gavurlar gelince kalkacağım" diye açıklama yapma ihtiyacı hissediyor. neden sonra iki elin parmaklarını biraz geçen sayıda samos'lu geliyor ve kalan -ve zaten öyle ya da böyle oturduğumuz- yerlere oturma hakkımız teslim ediliyor; de facto değil de jure oturuyoruz. karşı kıyıdan bir müzik grubu bildik ezgiler çalıyor, aralarına bir ara fuat saka da katılıyor. eşlik edebildiğimiz kısmına eşlik ediyoruz. sonrası ise tam bir yapmacıklık gösterisi; havada uçuşan benden-sana-senden-bana plaketler, eleutherion'lu synergasia'lı adelphoi'li şişirme tiradlar, ateşte yemek bırakmış ev hanımı ürkekliğinde ve becerisiyle çeviri yapan grek teyze ve kuşadası ticaret odası başkanı'nın tüm gecenin foyasını ortaya çıkaran "burada kardeş ayağı yapıyorsunuz ama kapınıza vize istemeye gelince şekilden şekile giriyoruz" mealindeki son sozü. bu esnada yunanistan'ın izmir başkonsolosunun yüzünün geçirdiği renk ve şekil değişikliklerini takip etmekte zorlandığımı söylersem yanlış olmaz.
ha, iki gün sonra ne oldu? dostlarımızdan kurtulduğumuz için bir şenlik, bir şenlik!
istanbul civarını sel bastığı sıra 1-2 gün yağmur yağdı, farketmeden iki haftayı doldurduk ve geri döndük. geldiğim gibi kendimi nerede bıraktıysam orada buldum. kritik arşiv işlerinden biri patlamış ve mutlaka benim bakmam gerekiyor. bir provizyon kaydıyla ilgili detaylı bilgi isteniyor, zamanında ben vermişim, ben yokken o detayda bilgi alamamışlar, benim verdiğim gibisini istiyorlar. geldiğimin ilk günü bir saat erken çıkmam gerekiyor, çünkü mezuniyet törenime katılmam gerekiyor. projem kabul edilmiş yani her nasılsa. orada biraz sallanıyorum. ilerleyen günlerde de okuldan 300 tl alacağım olduğunu öğreniyorum. unutmazsam bir ara bölümden yazı alıp saymanlığa bırakmam gerekiyor. parayı okula vermek ise her nedense geri almaktan çok daha kolay.
dükkanda işler oldukça yoğun, sorumluluklar giderek artıyor. yakınlarda terfilerin açıklanma ihtimali var ve bizim tertipten (ocak '07 girişliler) en az bir kişinin proje sorumlusu olacağı yönünde bir beklentimiz var. ben olursam hayır demem :) ept adına yeni bir şey yok, hiçbir ept işinin kapağını bile açmadım bu ay.
Subscribe to:
Posts (Atom)