Monday, July 23, 2007

deniz baygit...

bugün deniz baykal ve chp ile ilgili zülfü livaneli'nin bir yazısını okudum vatan'da. eğer tek satırı bile doğruysa türk ceza yasası'na ufuksuzluğu da cezalandıracak maddelerin eklenmesi konusunda dilekçelere boğacağım tbmm'ni. copy-paste ediyorum kendilerini:

Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!


Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!
deniz baykal ve ekibinin acilen gidip partinin kendini doğru (ama hiçbir zaman ait olmadığı) yere, sola konumlandırması şart. akp'yi ise kutluyorum; hem iktidar hem de ana muhalefet partisi oldukları için seçim sonuçlarına şaşırmıyorum. bu kadarını tahmin edemiştim yalnızca...

Tuesday, July 17, 2007

ekşi etkisi

normalde günde 5-6'dan fazla ziyaret edilmeyen bir yer egiBlog. altivi hakkında incelemelerimi ekşi'de "reklam eden" bir entry girince acayip bir patlama yaşandı. hoş, şu sıralar hiçbir şeyle ilgilenemiyorum, ama daha da detaylı çalışmalarım olacak altivi üzerine. izlemeye devam edin ekşi'ciler!

bir sonraki post'ta başımdan geçenleri, olan-bitenleri de yazarım artık...

Tuesday, July 10, 2007

altivi - değişiklik 1

dün girdiğimde, bitmiş ihalelerin detaylarının bulunduğu sayfadan ürün kategorisi alanının kaldırıldığını gördüm. böylelikle screen scraping yapanların uygulamalarını değiştirmeleri gerekecek, ayrıca bu verileri toplayıp herhangi bir analize tabi tutanların eline daha eksik veri geçmiş olacak. altivi'den rahatsız edici bir hareket daha...

iki de manasız istatistik vereyim. ihalelere gelen teklifler ortalama olarak ihaleye 3-3.5 saat kala veriliyor. kazanan teklifler ise bitime daha yakın, 2 saat kala verilmekte. son istatistiğin daha anlamlı hale gelmesi için ürün fiyatıyla orantılı ağırlıklandırmayı düşünüyorum, çünkü daha yüksek fiyatlı ürünlere verilen kazanan tekliflerin bitime daha yakın verildiğini düşünüyorum.

Thursday, July 5, 2007

mcinfaaoals - eklemeler

madde madde kasayım olan bitenleri:

  • geçen hafta servet'le buluştum, ki onunla görüş(e)meyeli -hiç abartmayayım- üç yıl oluyor. uzakta değilmiş en azından; ben iş kuleleri'ndeyim, o da yapı kredi plaza'daki kpmg istanbul ofisinde. yürüme mesafesi yani. artık daha sık görüşecek olmamız güzel birşey, ama bu konuda servet ne düşünür bilemeyeceğim :P arada, daha doğrusu oraya buraya teftişe çıkmadığı zamanlar da akbank'ta müfettişlik parçalayan erkal da bize katılır herhalde. sözün özü, levent havalisinde ufak bir inanç kliği oluştu, bu civara uğrayanları bekleriz.
  • altivi teklif detayları sömürgeni bir uygulama hazırlıyordum makina çökmeden önce, onu tamamladım. acayip kalabalık bir veritabanı oluştu; şimdilik yaklaşık 3800 ihale, 650-700 bin kadar da teklif var incelenecek. ilk izlenimlerim biraz şaşırtıcı, hafiften işkillendirici, sonrasında da fena halde gıcık edici.
    • şaşırtıcı olan kısmı, eğer altivi sattığı ürünleri "ürün fiyatı" diye duyurduğu fiyattan temin ediyorsa, şu anki teklif sayısı ve teklif bedelleri göz önünde bulundurulduğunda yaklaşık 2 milyon ytl kadar zararda görünüyor. tabii ki, bu gayet naif bir varsayım; yani piyasa fiyatlarından biraz daha düşük fiyatlarla satınalım yapıyor olmaları beklenir. altivi'den mi yoksa başka bir yerdenmi okudum çok iyi hatırlamıyorum, ama stok tutmadıkları şeklinde bir bilgi/duyum var ki, toptan alım yapmadan nasıl indirim alınabilindiğini çözemedim. indirim demişken, perakende fiyatı üzerinden yaklaşık %25 indirim almış olmaları gerekiyor, o da başa baş noktasına gelinmesi için. bu durumda ya stok tutuyorlar, ya da distribütörlerden acayip kelepir mal kapatıyorlar.
    • işkillendirici olan, tekliflerin önemli bir kısmının son dakika içinde yapılmış olması, hatta birçok durumda tekliflerin neredeyse kazanan rakamı ya merkez alacak şekilde, ya da ucu ucuna içerecek aralıklar içinde verilmesi. eğer verdiğiniz teklif grubundan daha sonra teklif verilmeyeceğinden eminseniz o zamana kadar verilen teklif sayısından 1 fazla teklifi en yüksek fiyattan aşağı doğru verirseniz kazanmanız garanti, ama bu da çoğu zaman karlı olmuyor. esas işkillendirici olan ise tekliflerin veriliş şekli değil, bunların altivi ekibi tarafından verilen dummy, "keriz silkeleme" amaçlı teklifler olma ihtimali. bu bakımdan biraz şeffaflığa ihtiyacı var altivi'nin.
    • gıcık edici kısım kendini sitenin "yasal uyarı" kısmında gösteriyor. deniyor ki:
      AL SATIŞ bu internet sitesinin genel görünüm ve dizaynı ile internet sitesindeki tüm bilgi, resim, AL TİVİ markası ve diğer markalar, www.altivi.com ve www.altivi.com.tr alan adları, logo, ikon, demonstratif, yazılı, elektronik, grafik veya makinede okunabilir şekilde sunulan teknik veriler, bilgisayar yazılımları, uygulanan satış sistemi, iş metodu ve iş modeli de dahil tüm materyallerin (“Materyaller”) ve bunlara ilişkin fikri ve sınai mülkiyet haklarının sahibi veya lisans sahibidir ve yasal koruma altındadır.
      bold italic kısım beni değil gıcık, resmen ifrit etti. takası icat eden adam patentini almayarak aptallık mı etmiş? bu işi ilk sen mi yapmışsın, mucidi sen misin? hepsini geçtim, bir satış yöntemi herhangi bir şekilde fikri koruma altına alınabilir mi? bana göre tüm bu soruların cevabı hayır. öncelikle bu iş altivi'cilerin gri hücrelerinin mahsulü değil, kendilerinden önce açılmış örnekler var (mesela http://www.limbo.com/), satış yöntemi de çok taze değil, o halde pazarı kapatmak için böyle bir cinliğe başvuruyoruz. ayıp değildir de nedir yani şimdi bu? incelemelerimiz sürecek; e, soruşturmacı gazeteciliğin tadını aldık bir kere, durmak olur mu :P
  • her bir procem beklemede, ama artık suçu zamansızlığa değil de maymun iştahlılığa bağlıyorum artık. bir onunla uğraşayım, bir de şuna bakayım derken hiçbiriyle hakkıyla ilgilenemiyorum. işleri bir öncelik sırasına koyup teker teker ele almak en doğrusu...
  • gödel, escher, bach: an eternal golden braid... hastası olduğum, her elime alıp sayfalarını karıştırdığımda mutlaka bir şekilde beni şaşırtan, afallatan, aynı anda hem daha zeki ve daha aptal, eksik hissettiren bir kitap. koç'tayken orijinalinden, ucundan kenarından nasiplenebilmiştim. sonra kabalcı'dan türkçe çevirisinin çıktığını öğrendim ve bir tane edindim. çevirisi fena sayılmaz ve kesinlikle öneririm, özellikle temel bilimciler ve mühendislere. tabii, imkanınız varsa orijinalinden, doğrudan douglas hofstadter'in elinden çıkma metni takip etmeniz daha uygun, daha güzel olur.
  • işte ise yepyeni bir macera: "iş bankası outsourcing öğreniyor". accenture ile çalışıyor, onların manila'daki ekibine işleri usulünce yapabilsinler diye deli gibi doküman hazırlıyoruz. hatta geçen gün 2 saat telekonferansla elemanlara belli tip bir servisin nasıl yazılacağıyla ilgili sunum yaptım. hiç yapmadığım şey... neyse ki iyi gitti. işin garibi, yazılım departmanında kod yazmayı özledim, hazır -ve ne yazık ki köhnemiş- codebase üzerinde at koşturmak yerine yeni bir şeyler yapmayı özledim.
biriktirip biriktirip patlıyoruz işte böyle efendim.

Monday, July 2, 2007

my computer is not fubar at all, only a little shaken

makinamı toparladım, bir sürü de şey yaptım ama yazmaya pek zamanım yok.

fermat'ın "kanıtını buldum, ama bu sayfanın kenarına sığmayacağından yazmıyorum" demesi gibi bi'şey.