Wednesday, September 14, 2011

geçen yıl bu zamanlar

blog başına bir türlü oturulamayınca yazacak çok ama çok şey birikiyor. bunlardan biri de dergi koleksiyonu maceram. uzun zamandır hakkında yazasım vardı, bugüne kısmetmiş.

bilenler bilir, öteden beri wired dergisini takip ederim. bu takip ilk zamanlarda bütçesizlikten daha çok üniversite kütüphanesindekileri didiklemekten ibaret olsa da, sonrasında gerekli akçeyi ayırıp abone olabildim. birkaç ay doğrudan conde nast üzerinden, sonrasında da "postadan kaynaklanan nedenler"den dolayı dergiler 1-2 ay geç gelmeye başlayınca türkiye'deki dağıtıcı olan dünya'dan -"dünya süper dağıtım" deyince komik oluyor- aldım dergileri. derginin en önemli özelliği, her ne kadar ilk yarısı daha çok yeni ürün tanıtımları ile dolu olsa da diğer yarısının yer yer çok ilginç, bilgi teknolojilerini alelade bir bilgisayar dergisi gibi yeni oyuncak/moda/tarz kısırlığına düşmeden, yeniliklerin ve gelişmelerin sosyal etkilerini de vermeye çalışarak, olanı değil olacağı görme çabasında olan yazılardan (makale?) ve köşelerden oluşması. böylesi yazılar saklanmayı, biriktirilmeyi hak eder diye düşündüm ve önceki sayıları nereden bulabilirim diye araştırmalara koyuldum. ilk önce kadıköy'deki sahafları taradım ama özellikle yabancı dergilerin geçmiş sayıları hemen dağıtımcıları tarafından toplatıldığı için hiçbir şey bulamadım. avrupa yakasında da sonuç aynıydı; kadıköy'deki çeşitliliğin küsuratı bile yok buradaki sahaflarda. istanbul'da yok, başka yerlere de bakmaya niyetim yok. muharebeyi kaybettik, kaybettik de harbi de mi kaybettik? hayır! hemen bir internet cephesi açıp ebay'den taramaya başladım. taramamla beraber o zamanlar indiana üniversitesi'nde görevli bir öğretim görevlisinin kendi dergilerini (yüze yakın sayıda!) 50 dolara satışa çıkardığını gördüm ve hiç tereddütsüz aldım. o an benden mutlusu yok tabii, başıma gelecekleri bilmiyorum henüz.

dergilerin sahibinin doğrudan türkiye'ye göndermesi mümkün olmadığından dhl'in easyshop hizmetinden faydalanıp dhl'in amerika'daki bir deposuna gönderttim. 3 koca koliden bahsettiğimizden en az dergiler kadar tutan kargo ücretini de üstlenmek gerekti. en yavaş gönderi yöntemiyle gönderttiğimden de 1 ay kadar sonra dergiler depoya ulaştı. ulaşmasının akabinde bunca zamandır yurt dışından gönderi alan birinin yapmaması gereken bir hatayı yaptım ve 3 koliyi de tek gönderi olarak türkiye'ye yönlendirdim. hata bunun neresinde diye sorabilirsiniz, zira malın tutarı 50 dolar ve bu haliyle gümrüksüz teslim alınabilir. ne var ki gönderilerle ilgili bir de 30 kg sınırı varmış. bundan tabi dhl'den "gönderiniz gümrüğe takıldı" diye arandığımda haberim oldu. konşimentodaki malın toplam ağırlığı 68 kilo, hatanın çapı da yaklaşık amerika-türkiye arası gönderi maliyeti kadar gümrük bedeli. ne kadar olduğunu sormayın, evlat acısına yakın bir tutardı. bu tutara ait kkdf adlı ödentiyi 1 saatlik bir cebelleşmeden sonra -müşteri temsilcisine gidilir, zat-ı şahaneleri kkdf nedir bilmez, gişeye yönlendirir, gişe görevlisi başından savar, başka bir müşteri temsilcisine gidilir, o da "böyle bir şey duymuştum, eski şubemde yapıyorduk bunlardan" der ve eski şubesini arayıp yarım saatlik sonuçsuz bir geyiğe başlar, ben banka çalışanı olarak "şube ekranlarının kullanım kılavuzu var, oradan baksan?" derim, teflon yüzeyli görevli duymaz ya da duymazdan gelir, sonrasında kılavuza beraber bakmamızın akabinde bu işlem için "KKDF" adlı bir ekranın bulunduğu keşfedilir ve işlem 2 dakikada yapılır, "yoldan geçen müşterinin işi zor" denerek şubeden çıkılır-  iş bankası istanbul merkez şubesine, kalan kısmını da teslimatta okmeydanı dhl'e ödedim, kolileri güç bela bir taksiye yükleyip iş kule'ye yollandım. onca dergiyi bir de 10. kattaki ofise, girişteki posta ofisinden el arabası ödünç alıp, arabayla dergileri güvenlik kontrolüne kadar getirip, arabadan indirip bir de güvenlikte x-ray'den geçirdikten sonra tekrar arabaya yükleyip asansörlere, sonrasında da ofise kadar kaktırmak suretiyle getirdim. ağustos, takım elbiseliyim ve sular içerisindeyim, perişanlığın sözlük tanımıyım. ofise girdiğimdeki halimi aynada görsem korkardım sanırım.

dergilerin gelişinin belki de tek güzel kısmı zamanlamaydı. artık bizim bölümün kartal'a taşınacağı da belli olduğundan taşınana kadar dergiler bir ay kadar öylece masamın altında durdular. taşınma esnasında isim ve masa numarasını kolilerin üzerine yapıştırdım ve diğer eşyalarımla beraber kartal siemens kampusuna taşındılar. oradan peyderpey eve taşıyarak dergilere kavuştum. halen ilk yıllardan eksiklerim var ama ciddi bir koleksiyon oldu, mesela wired'ın 1993'te çıkan ilk sayısı elimde mevcut. ara ara bu dergilerden kayda değer bulduğum metinleri paylaşmayı planlıyorum. içinde bulunduğumuz zaman aralığını ilgilendiren projeksiyonları olan, tutanları kehanet, tutmayanları şapşallık örneği olan çok güzel yazılar var. pek yakında burada!