Wednesday, December 19, 2007

bendaly ailesi iyi günler diler

sözlük'te yaran youtube videoları başlığına geldim, gördüm, yarıldım. buraya eklemesem ayıp olurdu.


"do you love me"


"alo alo"


"shreena breena"

eşsiz :P bu arada son blog kastırımımdan beri bayaa bi'şey oldu, onu da sonra anlatırım. ya o mualla'yı sandala atıp "ruhunda hicranını" söyletme hikayesi?

Tuesday, November 6, 2007

ortaya karışık benim şu halim

haber bültenine döndüm, ana başlıklarım da şöyle:

iş güç: accenture ile yaptığımız işte, işi onlardan devraldık, deyim yerindeyse yola katırlara devam edeceğiz. iş sırasında beklediğim her türlü olası gecikme nedeni bir bir gerçeğe dönüştü. mesela, değişkenlerdeki dil uyumsuzluğu önemli bir faktör imiş. dokümantasyonda önemli bir problem yoktu, yalnız offshore ekibinin bunları izlemekte ve uygun kodu yazmakta başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. mantık yürütmede ya da yazılı olması gerekmeyen, altmetinde bulunduğu halde "buradayım ulan ben!" diye bağıran detayları görmede çok ama çok zayıftılar. en kötüsü, birçok şeyi kendilerine yaptırmak gereksiz derecede zordu. öncelikle hiçbirşeyi ilk söyleyişte yapmıyorlar, yapıyorlarsa da ilk seferde doğru yapmıyorlar. testlerde bir adımı tekrar etmelerini istediğimizde (mainframe loglarına düşsün diye) "yahu şurada response xml'i var oradan bak işte" falan diyorlar ki gidiş dönüş bir manila bileti alıp alayına dalmak istiyor bünye, yalnız uçağa budaklı meşe odunu almazlarsa boşa gider seyahat. e tabi aldı beni bi' düşünce. onlarla çalıştığımız sürede mana veremediğim bir sürü şey oldu, ama herhalde en önemlisi onların yazdıkları, yani birinci derecede sorumlu oldukları servislerle ilgili testleri yine onların yapması ve gerekli düzeltmeleri benim yapmak zorunda kalmamdı. bu arada bir de hediye göndermişler, ahşaptan mızraklı kalkanlı bir kabile amcası.



bana bi'şeyler anlatmak istemişler, ama anlayamadım ben. imdat da imdat, yardım da yardım.

şimdi onların bıraktığı yerden devam edeceğiz ama birçok zorun mevcut. test ortamında uygulama sunucusu aklına estikçe mola veriyor, diğer testler sırasında millet kafasına göre db indiriyor, region kapatıp açıyor. etrafına servis yazılmış bir transaction'da değişiklik yapıldığında servis işe yaramaz hale geliyor. her durumda konu kurum içi iletişim eksikliğinden kaynaklanıyor. bu konunun çözümü yukarıdan gelmeli, ama durumdan, daha doğrusu durumun vehametinden haberdarlar mı bilemiyorum. testçilere ise ayrıca sözüm var. evet, size laflar hazırladım! yahu hafızanız yok mu sizin? sorunların çözümüyle beraber bu işi de mi bize delege ettiniz? her seferinde "bunu size şu tarihte anlatmıştım" deyip o günkü maili forward'lamaktan gına geldi. "şu hatayı alıyorum, neden olabilir?" diye sormayın arık, öğrenmiş olmanız gerekirdi. üç ay önce.

29 ekim: 29 ekim tatilini fırsat bilip inanç'a gittim ve her zamanki gibi çok iyi geldi. iyi geldi gelmesine de, birçok soruyla ayrıldım yine. bunlara bu kısmın sonuna doğru değineceğim. okul günlerden pazartesi olmasına rağmen bomboştu; bir kısım eleman gebze'deki törenlerde, önemli bir nüfus da tüyap kitap fuarı'ndaydı. öğretmenlere de liderlik semineri düzenlemişler, hepsi oradaydı. caner'le (caner hoca mı desek?) gelmeden önce sözleşmiştik, rahatsızlığını (ki gerçekten rahatsızdı) bahane edip seminerin devamına katılmadı ve görüşme fırsatımız oldu. görüşmeden çok bir nostaljik yükleme oldu asılnda bu, çünkü caner'de mezun olduğumuz yıl çıkamayan yıllıktan kalanlar vardı. hala sağlam kaldığına açıkçası şu an bile inanamıyorum. okulun türkçe öğretmenlerinden -ve iflah olmaz bir floydian!- hüseyin uskan bulmuş yıllığı, tabi kimbilir hangi paspasın altından çıktı... baktıkça afalladım, baktıkça zenginleştim, gözlerime bir buğu çöktü. anılar, olaylar, en çok da birlikteyken değeri anlaşılmayan, şimdi dört bir yana saçılmış güzel insanlar; özlenenler, beklenenler... uzun uzun konuştuk. "ya şu olmuştu, bunu yapmıştık, şu da gelmişti, hey gidi" laflarını duymaktan caner'in kedisi sıkılmıştı herhalde ki orayı burayı cormalıyordu sürekli. burada furup kediden bahsetmek lazım. elemanın kendisi yürüyen nostalji, adı efes. mr. bower'ın (rip) kedileri f ve s'i bilenler şu anda "aaaa" diyorlar tabii :P terbiyesizin, şerefsizin önde gideni, herşeyden önce de acayip hareketli. ben ki kedi ve birçok diğer hayvanata pak yaklaşmam -sevmiyorum işte!- efes'in sağımdan solumdan dolaşmasına izin verdim. kendini sevdiriyor yani. hazır gelmişken caner'i öğrencilerine sorayım dedim, 5 popüler cevap aldım; stilini seveceklerini ama sadece hakedenin sağlam not alabileceğini söylüyordum, "eğer caner'i tanıyorsam" diye ekleyerek tabii. yanılmamışım. neyse, kısa süre içinde yapabildiğim kadar gözlem yapmaya çalıştım okul hakkında. söylemem gereken ilk şey öğrenciler ile ilgili; daha önceki yıl grupları mezunlarla konuşmak, iletişim kurmak için şimdiki sıpalar kadar istekli değillerdi sanki. bu yönde bir değişim görmek güzel. her gidişimde aklımı hafsalamı tahriş eden şey bu kez de rahatsız etti beni: tev elindeki pahalı oyuncağı ile ne yapacağına bir türlü karar veremiyor! mesela, neden IB'ye geçildiğini hala anlayabilmiş değilim. kalburüstü liseler klasmanına (ki biz bıraktığımızda oradaydık diye hatırlıyorum) girme hamlesi mi? o zaman (doğrulamadım, duyumdur) robert niye IB'den çıktı? bu tür hamlelerle sadece bir "me-too" okulu olunabileceği görülemiyor mu? onu geçtim, okulun eğitsel (öğretmenler dahil) ve teknolojik donanımı IB ya da herhangi bir "özellikli program"ı aktif olarak destekleyebilecek durumda mı? öğrencileri olası tüm kulvarlarda koşturmak ne derece mantıklı? onları "kuantum yarış atları"na dönüştürerek bunu başarabilirsiniz ve evet, bu sayede aynı anda tüm kulvarlarda koşabilirler ama schrödinger amcam der ki bunlar at falan olmaz, olsa olsa kapalı kutudaki kedi olur, kutuyu açmadan (bir kati seçim yapmadan) içindekinin canlı olup olamdığını bilemezsin. işbu halde kediyi kutudan öyle ya da böyle canlı çıkaracak bir rehberlik ofisin var mı? okulun kendine özgü özelliklerini ortaya çıkracak özel bir müfredat tev gibi mütevelli heyetinin nüfuzu muazzam olan kırk yıllık bir vakfın gücüyle talim terbiye'ye onaylatılamaz mı? ayrıca okulun -isteyen nostomani diyebilir- eski zamanlarında, şu ankinden daha da eksik imkanları içinden diğer okullarla çok rahat kapışabilen -nostomaniden sidik yarışına geçiyorum- öğrenciler çıkıyordu. bu noktada -ki ceteris paribus demek isterdim ama imkanların gün geçtikçe geliştiği muhakkak- sorulması gereken en önemli ve can acıtıcı soru şu: acaba okulun şu anki öğrenci seçim yöntemi eski sisteme göre ne durumda? bunların irdelendiği bir arama konferansı acilen düzenlenmeli.

wired: ağustos ayınan beri wired dergisine uluslararası aboneliğim var. türkiye'deki dağıtıcısı dünya süper dağıtım'ın verdiği fiyatın beşte üçüne geldiğinden iyi bir alışveriş gibi gelmişti ilk başta, yalnız sadece ilk sayı zamanında geldi. hoş, diğer sayıların gelmediğini bildirdiğimde biraz mırın kırın etseler de süreyi uzatarak telafi ettiler ama ekim sayısı hala gelmemekle beraber eylül sayısı da ekim sonunda geldi. ekim ayının sonunda! ayıp diye birşey var yani. ayrıca adres değişiklikleri bile 6-8 hafta arasında işleme alınıyormuş. çüş! insanın wired gibi herşeyin en yenisinden, en güncelinden haber veren bir derginin abonelik servisinin bu kadar hantal olmasını kabul etmesi mümkün değil. bu ayki sayı da geç teslim tarihine kadar gelmezse abonelikten çıkıyorum. iğrençsin wired, çok leşsin conde nast.

robot: işten güçten ıvırdan zıvırdan hobiye projeye pek zaman kalmıyor ne yazık ki. yine de yapmayı planladığım robot için ufaktan aprça topluyorum. türkiye'de birçok şey gibi gereksiz pahalı satıldığından amerika'dan (eBay üzerinden) iki tane gps alıcısı aldım. robotun konumlanmasında ve -yapabilirsem- belli waypoint'leri izlemesinde yardımcı olacak bunlar. cihazları dış ortamda denedim, hassasiyetlerinden memnun kaldım. hatta etkilendim bile denebilir. iç mekanda ise ne evin içinde, ne de kule'de asma katın oradan sinyal alabildim; alabilseydim tam süper olacaktı. şimdi iş gps verisinin robot yazılımınca okunabilmesinde kullanılacak bir api bulmakta. geoframeworks diye bir yerin gps.net adlı bir ürünü var ama 300 dolar da vermek istemiyorum bu iş için, o yüzden open source bir alternatif arıyorum. sonraki adımlar ise yüksek torklu dc motorları bulmak ve bunları bilgisayar ile arayüzlemek. gps'den başka sensörler de gerekecektir; en basitinden bir webcam konulup ajanlığa başlanabilir mesela. sonrasında ısı, nem, etrafındaki cisimlere çarpmadan ilerlemesi için erim sensörleri de eklenebilir. tamamına eremeyen işlerim arasına kesinlikle girmeyecek bu iş; dikkat edeceğim en önemli şey bu olacak.

loto: kumarbaz madrabaz (ve bilgisayar sahibi) türk insanlarının kullanımı için bir loto kuponu yazım programı yazmaya giriştim. sayısal loto kuponunun ölçümleriyle başladım işe ve ilginç birşey ile karşılaştım.; SI birimlerinin kullanıldığı türkiye'de oynatılan bir oyunun kuponunun ve üzerinde işaretlenecek alanların boyutları hep inç cinsinden. ithal ürün kendi ölçü birimlerini de yanında taşıyor anlaşılan. tabi olması gereken, mili piyango'nun aynı normal piyango biletleri için yaptığı gibi bilyoner üzerinden rakam satıyor olması ama loto konusunda yaptıkları anlaşmalar milli piyango'nun alternatif satış kanalları kullanmasını engelliyor olabilir.

böyleyken böyle. özetle ben iyiyim, siz nasılsınız?

Tuesday, October 16, 2007

of aman ay

işle okul beni resmen yedi. bir patlama anı bekliyorum. o zaman herbi'şeyi yazarım. şimdi yatmalı.

Monday, October 8, 2007

disko disko partizani


kıpır kıpır ülen!

yapacak çok şey var... üzerinde çalıştığım herbi'şeyi bırakıp facebook uygulaması kasmak istiyorum, ama zaman?

Monday, September 24, 2007

now, çiğköfte time!

geçenlerde ufak bir iş için (hayır, eyüp sultan'a değil) eyüp'teydim. anam! her taraf çiğköfteci dolmuş; elazığ'lısı, adıyaman'lısı, gırla! yalnız, buradaki beni benden aldı:


kendi gözleriyle görmek isteyen varsa, eyüp çarşısının sonunda, kapalı otoparkın tam karşısında. reklamları izlediniz.

Thursday, September 20, 2007

evlerinin önü boyalı direk

öncelikle:

orijinalinin kerkük türküsü olduğunu söylesem? değişik ve ilginç, ama en önemlisi yaparken eğlenmişler.

işte şapşal manila'lılar (offshore accenture ekibi) canımı sıkıyor. gönderdiğimiz tasarım dokümanlarını, test setlerini neredeyse hiç okumuyorlar, okumadıkları kısım hakkında yaratıcılıklarını konuşturup rastgele verilerle ekran testi yapıyorlar, işlemleri gerçekleştiremeyince de "aha patladı" diyorlar. patladı dedikleri ekranların arkasındaki servisleri de onlar yazdılar, aynı yöntemle tabii. aralarında ilk denemede çalışan bir tane bile yok, düzeltmeleri de bana bakıyor. dadılık zor şey anlayacağınız; yemek yemesini öğrenseler de bezlerini doldurdukları gibi iş yine başa düşüyor.

1'inden beri aslında epey şey yaptım, mesela 3'ünde inanç'ın açılışına gittim. hava boz bulanık olduğundan sadece 1 özel karem var:

muallimköy'e muallim oldu adam yau!

okuldan devam edersek, alelade bir yılan hikayesinden zebellah gibi bir anakonda hikayesine dönüşmek üzereyken nihayet kurduk mezunlar derneğini. adı hafiften çakma oldu (gebze inanç türkeş özel lisesi mezunları derneği), ama yol üzerinde değiştiririz. salaklar derneği'ne kadar yolu var... bir de öss başarısı konusunda okul yönetiminin endişeleri varmış. olur tabii; pintilik yapıp usulüne kitabına göre değil de öğretmenlere öğrencileri seçtirirsen, ib'ye damdan düşer gibi başlarsan, öğretmenlerin (kıdemliler dahil) yeterliğini sorgulamazsan, ilköğretimden öğrenci alamayıp ilköğretim çıkışlılara da sağlam bir hazırlık eğitimi veremezsen, ilk yıllardaki disiplini ve güven duygusunu birtakım icraatlerle ya da eylemsizlikle hurdahaş edersen ve tüm bunlar olurken 40 yıldır eğitime sadece ama sadece bir fon olarak katkıda bulunup aslında bu işten pek de çakmadığını unutursan ufaktan şikayetler başlar. dernek işte bu gibi durumlarda olabilecek en usturuplu biçimde müdahil olmalı.

son olarak, boğaziçi'nde master'a başlıyorum haftaya. ikinci öğretim. işletme bilişim sistemleri. yazılım mühendisliğini de kazanmıştım, ama işin uygulamaya ve işe dönük kısmı en azından şu an için daha çekici geldi. akşamları iş çıkışı nasıl götüreceğim bakalım, deneyeceğiz ve göreceğiz.

Friday, August 31, 2007

internet yorumları

bu konuda ekleyecek hiçbir şeyim yok, düşündüklerimi aşağıdakilerden çıkarıverin:



boşları alalım

asansörlerden nefret ediyorum. hadi biraz yumuşatalım, hazzetmiyorum. diyeceksiniz ki neden? çünkü zaman ve mekan bakımından fena halde verimsizler. sabah, öğle, akşam hiç farketmiyor; herhangi bir kata gitmek için genellikle 1 dakikadan fazla beklemek zorunda kalıyorum, kalıyoruz. kule'deki asansörlerin işletmesinde kullanılan sistem nasıl bir algoritma kullanıyor bilmem, gelişkin birşey olması gerektiği de muhakkak, ama ben beklerken koridorda tap dancing harikaları yaratacaksam neye yarar? bu işe biraz kafa yormak lazım. yoralım:

  • eğer asansör sayımız birden fazlaysa bunları sektörlere ayırabiliriz. her kabin öncelikle belli kat aralıklarına hizmet verir, ama kendi sektörünün dışına çıkabilir. boşta kaldığı zaman da kendi sektörünün dışındaysa sektörü içindeki en yakın kata hareket eder.
  • kabin içi butonlarına basma istatistiği tutabilen bir sistem kurulmalı. atıyorum, 9. kattan en çok 12. kata mı çıkılıyor? o zaman buraya 9. ve 12. kata en yakın asansörü gönderebiliriz. bu istatistikler sektör sınırlarının belirlenmesinde de yardımcı olacaktır.
  • katlarda asansör çağırma talepleri zamana göre sıralanmalı, önce çağırana asansör daha erken gitmeli. tabi yol üstünde daha sonra çağıran varsa onları es geçmek de olmaz. yine de hiç yoktan kaynak kıtlığı yaratmamak lazım.
  • katlarda bekleyen kişi sayısı, daha doğrusu bekleyenlerin kilo cinsinden toplam ağırlığı da önemli. toplam büyükse (ve eğer grup fazla beklememişse) daha boş bir kabin gelene kadar grup bekletilebilir. daha da abartalım ve ağırlık değişimini izleyelim. böylece bizim grup olarak addettiğimiz "kütle"nin aslında daha ufak gruplardan oluşup oluşmadığını anlayabiliriz. çağırma taleplerini de bu grafikle beraber inceleyip ortaya karışık birşeyler yapılabilir. ufaktan bir sırt çantası problemi uygulamasına dönebilecek bir durum.
  • kabinin bir yöne giderkenki hızı da denklemimize dahil etmemiz gereken bir değişken. eğer kabin benim bulunduğum yöne gelirken ama benim için duramayacak durumdayken asansörü çağırırsam talebim hemen değerlendirilmeyecek, kuyruğa atılacaktır.
yordum. bunları harmanlayıp bi'şeyler çıkartmak fena olmazdı.

sonracığıma, bitirme projemi .net framework'teki yeniliklere uydurmak (öncekini framework 1.1 için yazmıştım, generics falan hak getire) ve harala gürele yazılmış kodu temizlemek için tekrar yazıyorum. ek$i'den entry çekmek için kullandığım IE tabanlı web scraper'ımın kullandığı ekşiAPI'dan başladım. CodeProject'te şu elemanın kullandığı yöntem gayet hoşuma gitti, o yüzden IE otomasyonun atıp buna benzer bir yapıya geçeceğim. ayrıca, sadece ek$i odaklı bir ürün olmayacak. mesela bir class ve okunacak html sayfasındaki bilgilerin verilen class'ın hangi alanlarına dolacağını belirten bir xml dosyasını kullanarak veriyi daha programlanabilir bir şekilde sunacak. değindiğim şeyler yeni değil, hepi topu az buçuk xml serialization. görselleştirme aracım ek$iVista da güncellemeden payını alacak. ilk sürümünde directed graph çizebilmek için netron kullanmıştım. kendisi artık bir ticari ürün ve bu dönüşümü geçirmeden önceki halinden de pek memnun değildim. iyi bir paket ararken microsoft research'tan c#ung'u buldum. "chung" diye okunuyormuş kendisi. paketin içinden birkaç dll, dokümantasyon ve excel add-in'i geliyor. bu add-in çok hoşuma gitti; iki sütuna directed graph'ın edge'lerinin başlangıç ve bitiş vertex'lerini sırayla yazıyorsun ve araç çubuğundan c#ung'u çağırıyorsun, grafik hemen karşında. layout algoritması olarak da dairesel, fruchterman-reingold, sugiyama ve grid algoritmaları hazır geliyor. vertex'leri extend edip biraz interaktivite ekledik mi işimi görür bu c#ung, her ne kadar java dünyasındaki karşılığı (ve öncülü) jung kadar gelişkin olmasa da.

önceki gibi ek$iVista da splash screen görüntülenirken ön yükleyici çalışacak ve veritabanındaki kaynak başlıkları (başka başlıklara link içeren başlıklar) bir veri yapısına alınacak. c#ung'a vereceğim kaynak-hedef çiftlerini veritabanından almak için de bir sql fonksiyonu yazdım; hangi başlıktan kaç tık mesafeye kadar gidileceği girdi olarak alınıp kaynak-hedef çiftleri döndürüyor. önceki versiyonumuzda yoktu bu ve bu yüzden grafik çizimi sırasında sorgular dallanıp budaklandığı için makina fena kastırıyordu.

bu işin tek geliştiricisi olsam da arada kodu fena halde boklayabildiğim için bir versiyon kontrol sistemine geçmek gerekti. ben subversion'da karar kıldım, du bakali nolcek...

benden ilgi bekleyen işlerin bir listesini yapayım dedim, listenin altında kaldım. ahanda:
  • ek$iVista revisited (yukarıdaki kalabalık)
  • byblos kütüphane/exlibris mevzuları
  • muha! kişisel muhasebe dalgametresi
  • plone cms incelemeleri
  • -- confidential --
  • altivi analiz/listener/falan
  • quant test/anket cihazı
  • nonlinear forum
  • versaTile erp/simulasyon/jack-of-all-trades
  • inanclisesi.net facelift (plone incelemesi ile bağlantılı)
  • r/c autonomous cihazlar araştırma, diy işleri
  • mezunlar derneği çalışmaları
  • girişimciler kulübü
çok çalışmam lazım...

buradan sonrası da yukarıdaki listeyle alakalı. hım hım hım hım, eveeet:
  • ek$i olayına yukarıda detaylıca değindik, tekrara lüzum yok.
  • byblos'ta veri yapısını kurmakla uğraşıyorum.
  • muha! için biraz muhasebe öğrenmem gerekiyor. fon/faiz gelirlerini, kredileri, kredi kartlarını, senetleri falan nasıl muhasebeye yansıtacağım hakkında hiçbir fikrim yok.
  • plone gayet temiz bir cms. incelemye fırsatım pek olmasa da birçok da eklentisi var. genişletilebilir her şey iyidir.
  • altivi analiz için halen saçmasapan bir dikdörtgenler prizmasını nasıl çizeceğimi bulmaya çalışıyorum. saçmasapan, çünkü daha önce öngörmediğim bir durum var. bir otomobil ihalesinin inceliyoruz diyelim; tavan fiyat onbinlerce ytl, yani en kötü durumda fiyat ekseni üzerinde onbinlerce görülebilir boyutta olması gereken birim olacak. bu durum diğer iki ekseni incelenemez kılabilir, böyle olunca da grafiği bu formatta hazırlamanın bir anlamı kalmıyor. galiba asansörlerden çok buna kafa yormak lazım:P altivi listener ise ek$iAPI işini bekliyor, çünkü altivi'den veri toplama işini ek$iAPI'ı kullanarak yapıyorum.
  • quant ve versaTile konusunda herhangi bir eylem planım yok, şimdilik uykudalar.
  • nonlinear forum daha pişmedi.
  • inanclisesi.network olayını okul yönetimiyle paylaşmayı düşünüyorum. konu ile ilgili birkaç ilginç olduğunu düşündüğüm fikrim var 3d-mıridi falan, ama önümdeki dikdörtgenler prizmasını halledeyim ben önce sanki.
  • mezunlar derneği "türk eğitim vakfı inanç türkeş özel lisesi mezunları derneği" olarak değil de "gebze inanç türkeş özel lisesi mezunları derneği" olarak kuruluyor. belgeler bugün il dernekler müdürlüğü'ne iletildi, kısa sürede çalışmaya başlayabilirmişiz gibi geliyor bana yoksa şüphem mi var?
  • girişimciler kulübü işi caner lojmanına ve ortamına iyice yerleşip alışınca başlayacak umarım. aceleye de getirmiyoruz, memleketi kurtarmak uzun, zorlu bir süreç ve ülkemin kahvehanelerinde başlıyor. efkarın aşama kaydetmeye engel olan bir etken olduğu da buralarda keşfedildi, ki o yüzden kimse kahvehane safhasından ileri gidemiyor. biz bir ihtimal gidebileceğimizi düşünüyoruz.
  • r/c otonom araçlar işi ise darpa grand challenge ile ilgili bir video izleyince takıldı kafama. tabi bir hummer alıp milyon dolar harcamayacağım, ama buna göre daha mikro düzeyde kalan şeyler yapabilirim. ne bileyim, orta büyüklükte uzaktan kumandalı araçlara microcontroller yerleştirip delicesine hack etmek istiyor make etkisindeki bünye. of ya, of! patates bazukası daha kolaydı sanki...

dün sezai bey'i ziyaret ettik. azdık, ama olsun. nur içinde yat...

Sunday, August 26, 2007

derdiyoklar

manyak.
dehşet.
dibim düştü desem yeridir.

izleyin. kesinlikle değeri bilinmemiş bir topluluk.

Wednesday, August 8, 2007

ekşi'den rahatsız ekşi'ciler

benim de arada şikayet ettiğim moderasyon ve ekşi'nin son zamanlarda içinde bulunduğu hal ile ilgili bir blogentarisi.

silindiği için buraya gopyapeyst ediverdim (el emeği göz nuru falan değildir):

ekşi sözlük hizip merkezi

"bu post kısa bir süre sonra silinecektir. yüzeysel ve kişisel ve sadece ekşi sözlükle ilgili bu post ile verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz."

hostradamus gibi maniler yazarak da yapmak mümkün bunu sonradan okültüstler çıkar her bir satıra bir anlam yüklerler ama sinir içinde mani mümtaz değildir.

ekşi sözlük kendisini imha eden, kötü yönetilen, adi, hayırsız, vefasız, insanı insanlıktan çıkaran, kiminin götünü kaldıran, kimini egodan ibaret bir yaratık haline getiren karaktersiz bir makinedir artık.

ekşi sözlüğün başından beri burasının "acayip özgür bir yer" olduğu iddia edilmedi, öyle olmaması da gerekliydi. e neydi mevzu: "forum olmasın". tamam olmasın. moderayon olsun, kontrol mekanizması kurulsun... ama bir mahkeme salonu kadar da ciddiyetin, kısıtlanılmışlığın kol gezdiği bir yer olmasını beklemiyorduk. login olduğun anda "şunu yapma silinir, bunu yapma uçarsın, o göte girer, bu formata aykırı" gibi kurallarla karşılaştığın hapishanevari bu ortamda bulunmak bundan böyle kullanıcılarına yazmak, paylaşmak, anlaşmak, tartışmak, tanımak, anlamak gibi şeyler değil aksine kurallara endeksli huzursuzluk veriyor.

bundan yıllar önce kurallar yokken yazdığımız herhangi bir entry bugün kurala uymuyor diye siliniyor. denyoluğa bak (.'denyo' detected: //."göte girebilir"//.send moderator slave to destruct//.+target destroyed+.end)

bir site yapılmış, özel bir kullanıcı ismi verilmiş... yazdıklarım beni bağlar, benim kişisel arşivim, benim söylediğim şeylerin arşivi. neden benim neyi nasıl yazacağıma, kime ne diyeceğime karar veriyorsunuz? ben gelirken bunun için gelmedim ki, internet dedik, özgürlük dedik, "keyfine göre fikrini belirt, oh ne ala" diye geldik. sonra tutup bunu seve seve şirkete çevirince "ona sözüm geçmiyor, bunun böyle olması isteniyor" diye herkesin özel alanına müdahale kaçınılmaz oluyor tabii. tamam kimse bütün yükü bir kişinin üstlenmesini istemiyor. bu derdi tek kişi çekmesin... ama bu kadar aşırı müdahale de artık burasının "biz"e ait bir yer olduğu düşüncesini yok ediyor.

şimdi mevzuya gel, herşeyin nedeni değil, en küçük örnek, bardak-son damla korelasyonu;

başlık: avukat
entry:"ben küçükken manasızca ve gereksiz yere başkasının haklarını savunan, yalaka, yamanma, primci kişi ya da dürzülere avukat denirdi."

şimdi adamım bunu siliyor, dava "götümüze girebilir". e harbiden girse keşke. arkadaşım bunu silmenin ne manası olabilir? avukat kelimesi babanın malı mı? istediğimi düşünebilir, yazabilirim. avukat özel isim mi? avukat tapulu kelime mi? hangi zavallı bundan şikayetçi oluyor, hangi en akıllı kul moderator bunu kabul edip siliyor? kelime kardeşim bu. "ben küçükken" diyorum zaten başta, hani çocuklata geçen bir mevzudan bahsediyorum, ha bunu idrak edemiyorsun, onu geç o zaman. "benim için anlamı nedir" manasında istersem yarrak yazarım, göt yazarım ve bunu sen silsen bile ben böyle düşüneceğim, nerde kaldı lan bu sözlüğün, internet'in manası, ifade özgürlüğü? şu sözlüğe yan gelsen düşündüğünü söyleme özgürlüğü yüzünden hapse girmiş herkese acırlar. "türkiye'nin vay ben bilmemne" diye coşar da coşar, bunun dünya dışı olduğunu savunurlar. yaptığınız ne peki?

kardeşim sen kimin yanındasın?

başından beri ekşi sözlüğün benim için "kişisel geçmişimin arşivi" olduğunu söyledim. kendimce herhangi bir konuna diyeceğimi, bildiğimi, sallayacağımı bir ajandaya yazıyordum, ekşi sözlük diye bi yer buldum, kullanımı daha kolay, her yerden ulaş, kolayca oku, hatırla diye, tuttum oraya yazdım. ama böyle olmuyormuş aslında, yazdıklarımızı birilerine hibe ediyormuşuz.
ekşi sözlük satılmış, ülkenin en tekelci, en iki yüzlü medyasına, doğan grubuna verilmiş kontrolü. yazar alımını da o yapar, reklam alımını da o yapar. e hadi satıyorsun, tamam sözlüğü sen kodladın ettin, ama birileri sözlüğe yazmasa böyle büyümez ve dikkat çekmezdi. insanlara en azından "ben böyle böyle satıyorum, şöyle kurallar olacak, hareket alanı daralacak, ne diyorsunuz?" diye sormak gerekmez mi mesela? yazılan her şey hediye, "buyur keyfine göre kullan" diye verilmiş bir şey mi?

tutup sözlüğü şirket yaptıktan sonra, "göte girebilir" mevzusu şirketi bağlıyor. yani senin birey olarak yazdığın her şey şirketin dilinden çıkmış gibi. dolayısıyla "aman şirkete zarar gelmesin" diye herkesin haklarına müdahale edilebiliyor. patronculuk oyunu devam ediyor bir yandan. şikayet edene "nick'i budur, mail adresi budur, kendisine şikayet et" denemiyor da, "aman aman şikayet varsa hemen silelim nolur noolmaz" diye üçbuçuk müdahaleler yapılıyor hemen.

ekşi sözlük'ün kalabalıklaşmasına, değişmesine, tadının kaçmasına, eski anlamını yitirmesine bir şey demiyorum. her şey öyle, insan da öyle. kendin bile kendini sevmeyebilecek kadar değişebiliyorsun bazen. zaman değiştirir, çare yok. buna da bir şey demedik. ama şimdi kullanıcı alınıyor mesela gizli gizli. burada olmak isteyen, bir şeyler yazmak isteyen, burayı özümsemiş insanlar değil alınanlar... doğan medya vasıtasıyla, ahmet'in halasının oğlu, veli'nin torunu, e-kolay'ın zart zurt müdürünün yeğeni falan filan. kadrolaşmaya bak. sonra gel nihat genç'e de ki, "ne saçmalıyorsun?" e bazen saçmalıyor, neyin ne olduğundan haberi yok ama dediği şey yine aynı yere çıkıyor. akp'nin belediyelere tarikatçı doldurmasıyla aynı şey değil de nedir bu? bir devlet dairesine gittiğimizde cümlesi akp'li, selametçi bıyıklı tipler görmekten ikrah ediyoruz. peki sözlüğe girince gördüğümüz kişiler farklı mı? eskiden girdiğinde tanımadığın, herhangi insanlar arasında, "arkadaş" gibi vakit geçirir, yazar, mesajlaşırdın vesaire. şimdi birisi mesela senin bir entry'ni çalıyor, gazetesinde köşesine koyuyor veya az değiştirip başka bir yere tokalıyor. sen de bunu yazıyorsun, sonra mesaj alıyorsun bir tane: "sen benim kim olduğumu biliyor musun?" yok, bilmiyorum da sizin gibileri çok iyi biliyorum. götü kaldırılmış herhangi birisin işte... sözlüğü bu zavallılarla, onun bunun adamıyla doldurursan, buraya yıllarını vermiş kullanıcıların da böyle gereksiz diyaloglarla karşılaşır. mesaj gelir, "o adam, yer, şirket, bina, olay hatta 'kelime' hakkında yazdığını sil..." direkt tehdit. yok silmiyorum der postalarsın, iki gün sonra ne olur bil? kul moderator siler? "götümüze girebilir şikayet edildi". şikayet edilemeyeceğini anlatırsın, yok işlemez zira, "o kim olduğunu bilemediğimiz" şahıslar tarafından emir almıştır halkın olması gerekirken şirketin kul moderatörü.

- "e o kadar şikayetçiysen girme kardeşim, zorla mı gel diyoruz sözlüğe?"
- o benim bileceğim bir şey.

50-100 kişinin yarattığı, bu popülerliğe ulaşmasını sağladığı sözlükte benim olmam veya olmamam hiç bir şeyi değiştirmez. ssg'nin olmaması da aynı, oradaki şu anda popüler herhangi bir kullanıcının olmaması da hiç bir şey değiştirmez. aynen, aynı hızla devam eder artık. zira bir makinedir. hizsiz, rutin, hiç de özel olmayan, farklılaşmayan, sadece sürekliliği ve ziyaretçi sayısı önemli olan bir makine. ve tabii ki bir süre sonra demode olma hızı artacak, çalışma şeklinden dolayı lanetlenecek, lumpenliğin merkezi olduktan bir süre sonra muhtemelen porno linklerin paylaşım merkezi olacak ve yok edilecektir.

joplu polisi, "yakinimdir" kulisi, müdahaleci zihniyeti, ifade özgürlüğü kısıtlamaları ve daha yapılabilecek bir çok benzetme dolayısıyla çok iyi bildiğimiz bir yönetim formunun taklididir. bu form, sadece paraya, dışarıya, otoriteye, korkuya değer verirken kendi halkını, bireyini kendinden nefret ettirmekte hiç bir sakınca görmez. ve halk toplu bir eylem yapmasa da umursamazlıkla ve uzak durup bireyci davranarak bu formun sonunu getirir. en sonunda polisler, lümpenler, moderatörler, yöneticiler, nüfuslu bireyler birlikte olup birbirleriyle "ortamın keyfini" yaşayıp birbirlerine düşebilecekleri bir ortamı yaratmış olurlar.

ekşi'nin kanun zoruyla "normalleşme"sini, 1984'te winston smith'in geçirdiği sürece benzetiyorum şahsen. sonu benzemese bari...

Tuesday, August 7, 2007

bloga dönüş

döndüm, dönebildim, şeyini şeyettiğimin manila'lılarından kalan zamanımın bir kısımcığını buraya ayırabilecek durumdayım. aman da aman, aman da aman!

dönüş derken, seneler önce erich von däniken'in "yıldızlara dönüş"ünü okumuştum. ufocu zamanlarımdı, büyüdüm geçti. neyse, bahsettiğim kitabın inanılmaz komik, şuna benzer bir girişi vardı: "yıldızlara dönüş! 'dönüş' diyorum, bu yıldızlardan geldik anlamına gelmez mi?" mantık bükmenin, ucuz illüzyonun bu kadarı! blogosferden gelen bir blogonot değilim, ama geri dönmek güzel. birikmişleri bırakmanın vakti gelmişti. ne yapmışız bakalım?

madde 1: the simpsons!
the simpsons movie'ye gittim geçen salı. eğlenceli miydi? kesinlikle. yeri geldiğinde çatlayasıya güldüm mü? evet. ama herşeye rağmen bir sinema filmi havasına giremedim; filmin süresinden (kısalığından) olacak herhalde. spider pig mevzuuna hala yarılmaktayım, şarkı da dilime fena halde yapıştı: "spider pig/spider pig/he does whatever a spider pig does"... hele kuyruk jeneriğine eşlik eden a capella versiyonu harika.

madde 2: egiboy outsourcing öğreniyor
işte dış kaynak kullanılan bir projede çalışıyorum. accenture ile çalışıyoruz ve offshore ekibi manila'da. iki aydır fena halde cebelleşiyoruz ve her ne kadar iki ay böylesi bir konu hakkında fikir edinmek için yeterli olmasa da iki satır laf geveleyebilirim diye düşündüm. dediğim gibi, süreç içinde kendimce çıkarımlarım var outsourcing ile ilgili. öncelikle, iş gücü bakımından 1 + 1 (offshore + onshore) kesinlikle 2 etmiyor; 1,5 ile 1,85 arası (yuvarlak sayı verelim de attığımız anlaşılmasın) bir şey ediyor. kırıma neden olan etmenler ise bence (i) offshore ekibinin benzer bir iş deneyimi olup olmadığı, (ii) onshore ekibinin hazırladığı dokümanların kalitesi ve bunların hazırlanma süresi, (iii) iki katmanlı bir faktör olan dil uyumu; geliştirme dili ve değişken adlarını belirlerken kullanılan dil. her ne kadar 1 + 1 outsourcing matematiğinde 2 etmese de masraf konusunda muazzam bir avantaj yarattığı tartışılmaz. unuttuğum bir noktayı da ekleyip bu bahsi kapatayım; iki ekip arasındaki zaman farkı da çok ama çok önemli. mesela, yaz saatini de ekleyince manila ile aramızda 5-6 saat fark oluyor ve bu nedenle -nacizane fikrimce- çok da uyumlu çalışamıyoruz. amerika-hindistan arası 12 saate yakın, ve böylece bir ekibin bıraktığı yerden öbür ekip alıp götürebiliyor işi, ya da onshore ekibin offshore ekibe doküman yetiştirmesi için çok kasması gerekmiyor. yine de türkiye'den herhangi bir firma yurtdışından dış kaynak kullanmalı mı? ben kendimi pek ikna edemedim; amerika-hindistan arasındaki fiyat uçurumu da yok türkiye-filipinler arasında.

madde 3: moleskine!
bir moleskine aldım. evet, tüketim canavarına tasmasını teslim etmiş bir köpeğim artık ben. yalnız, gerçekten daha fazla yazasım, çizesim, karalayasım var adı geçen nesneyi edindiğimden beri.


inanç zamanından kalma bir kareli defterden başkasıyla çalışamama hastalığım olduğundan moleskine'm de kareli. her türlü taslağı, çizimlerimi, yazılarımı ve saçmalamalarımı ilk önce buraya nakşedeceğim ki ilerleyen zamanlarda daha sağlam saçmalayabileyim :P

madde 4: düğün dernek ve epey kırtasiye
geçen hafta inanç'ın mezunlar derneği ile ilgili gelişmeler oldu. açıkçası, yılan hikayelerini solda sıfır bırakacak bir seyir izleyen dernek işlerinde artık -afedersiniz- "aramızdaki cenabet kim?" diye sormaktan başka birşey gelmiyor elimden. tam yüzdük yüzdük kuyruğunda geldik dediğimiz anda hayvan taze deri ceketini geri aldı bizden! olay da şu; okulun şu anki adı türk eğitim vakfı inanç türkeş özel lisesi (kısaca tevitöl - nazal dekonjestan - türk tıbbı'nın hizmetine sunarız) olduğu için ve okulun şu anki yönetimiyle ili ilişkiler içinde bulunmak istediğimizden derneğin adını "inanç liseliler derneği" yerine içinde tevitöl geçen bi'şey olmasını istedik. istemez olaydık! meğer dernek vesairenin adında "türk" ibaresinin geçmesi için bakanlık izni gerekiyormuş. yasaları bilmemek yasalara bağışıklık salamıyor tabii, ama birkaç kez ve birden fazla avukata inceletilmiş bir metindeki böylesi bir ayrıntının işin uzmanları tarafından atlanmış olması... ne bileyim, içime sinmiyor. hani bülent ecevit'in de içine sinmezdi ya hiçbir şey, aynen öyle. ağustos sonuna kadar bakacağız bi'şeyler, tam detayları ben de bilemiyorum ne yazık ki. umalım ki 30 ağustos'a yetişsin; sezai bey'in huzuruna derneksiz çıkmak da pek içime sinmeyecek zira...

madde 5: girişimciler kulübü girişimi
"yeni ekonomi" hedesi ortaya çıkalıberi herkes bir sonraki parlak fikri bulup, satıp/ürüne çevirip voliyi vurma peşinde. inanç forum'da önce iddialı bir şekilde "gelin şirket kuralım" diye caner'in ortay attığı bir fikrin yine forumda şekillenmiş ve görece daha mütevazı hali diyelim girişimciler kulübü'ne. daha ilk toplantımızı bile yapmış değiliz, çok iddialı da değiliz (daha doğrusu, girişim sermayesi kavramının türkiye'deki görece yokluğu nedeniyle otomatikman kabuğumuza doğru itiliyoruz mütemadiyen). hiçbir şey yapmasak masa başında memleketi kurtarırız, ne gam? tüm inançlı'ları, inanç insanlarını bekliyoruz...

madde 6: yorumsuz blog olmaz, hadi duvaksız gelin bi' derece
özellikle altivi konusunda bloglayıp bir ekşi entry'si ile ufaktan reklam yapınca egiBlog'un ziyaretçisi epey arttı diyebilirim. yine de anlayamadığım bir durum mevcut; gelenler geldiklerini nedense pek belli etmek istemiyorlar sanki. uzun zamandır hiçbir blog girişime yorum yazılmamış. geliyorsanız ses verin, gelecek sefere pencerenin önüne elmalı turtanızı bırakayım. iyi deyin, kötü deyin, ama bir şekilde ses verin.

madde son: bekleyen işler
çok. gerçekten çok. altivi incelemeleri kapsamında bir teklif sayısı takip programı yazmam gerek. belli aralıklarla ilgilenilen ihaleleri ziyaret edip verilen tekliflerin sayısını takip eden ufak bir program olacak bu; atla deve değil yani. bunun üreteceği veri ile eldeki verileri karşılaştırıp altivi kullanıcılarının teklif verme örüntülerini ve en az teklifler ihale kapatmak için bir yöntem olup olmadığını araştıracağım. sonraki işleri de byblos (kütüphane şeysi), ek$iVista online (the ultimate vaporware) ve "muha!" kişisel muhasebe uygulaması sırasıyla önceliklendirdim.

unutmadan, bir detayı daha var altivi uygulamasının. 3 boyutlu bir basit bir grafik çizmekle uğraşıyorum. 3 eksenim olacak: kullanıcı, fiyat ve ihale bitimine kalan süre. her kullanıcı-fiyat-zaman üçlüsünü bir küp olarak göstereceğiz. eksenlere tıklandığında gerçek değerler/frekans toggle'ı yapılacak. kodu c# ile yazıyorum. yol göstermek, kaynak önermek isteyen? 3d çizimi nasıl optimize ederim mesela, görünmeyen kısımları çizmemek yardımcı olabilir, ama bunları nasıl belirlerim? "yol yakınken" falanla bana gelmeyin, çok pis dalarım :P sonuçta bir programcının en sadık dostu ne bilgi ne deneyim ne de acı kahvedir, halis budaklı meşe odunudur.

cidden, yardımlarınız değerinde alınır.

Monday, July 23, 2007

deniz baygit...

bugün deniz baykal ve chp ile ilgili zülfü livaneli'nin bir yazısını okudum vatan'da. eğer tek satırı bile doğruysa türk ceza yasası'na ufuksuzluğu da cezalandıracak maddelerin eklenmesi konusunda dilekçelere boğacağım tbmm'ni. copy-paste ediyorum kendilerini:

Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!


Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!
deniz baykal ve ekibinin acilen gidip partinin kendini doğru (ama hiçbir zaman ait olmadığı) yere, sola konumlandırması şart. akp'yi ise kutluyorum; hem iktidar hem de ana muhalefet partisi oldukları için seçim sonuçlarına şaşırmıyorum. bu kadarını tahmin edemiştim yalnızca...

Tuesday, July 17, 2007

ekşi etkisi

normalde günde 5-6'dan fazla ziyaret edilmeyen bir yer egiBlog. altivi hakkında incelemelerimi ekşi'de "reklam eden" bir entry girince acayip bir patlama yaşandı. hoş, şu sıralar hiçbir şeyle ilgilenemiyorum, ama daha da detaylı çalışmalarım olacak altivi üzerine. izlemeye devam edin ekşi'ciler!

bir sonraki post'ta başımdan geçenleri, olan-bitenleri de yazarım artık...

Tuesday, July 10, 2007

altivi - değişiklik 1

dün girdiğimde, bitmiş ihalelerin detaylarının bulunduğu sayfadan ürün kategorisi alanının kaldırıldığını gördüm. böylelikle screen scraping yapanların uygulamalarını değiştirmeleri gerekecek, ayrıca bu verileri toplayıp herhangi bir analize tabi tutanların eline daha eksik veri geçmiş olacak. altivi'den rahatsız edici bir hareket daha...

iki de manasız istatistik vereyim. ihalelere gelen teklifler ortalama olarak ihaleye 3-3.5 saat kala veriliyor. kazanan teklifler ise bitime daha yakın, 2 saat kala verilmekte. son istatistiğin daha anlamlı hale gelmesi için ürün fiyatıyla orantılı ağırlıklandırmayı düşünüyorum, çünkü daha yüksek fiyatlı ürünlere verilen kazanan tekliflerin bitime daha yakın verildiğini düşünüyorum.

Thursday, July 5, 2007

mcinfaaoals - eklemeler

madde madde kasayım olan bitenleri:

  • geçen hafta servet'le buluştum, ki onunla görüş(e)meyeli -hiç abartmayayım- üç yıl oluyor. uzakta değilmiş en azından; ben iş kuleleri'ndeyim, o da yapı kredi plaza'daki kpmg istanbul ofisinde. yürüme mesafesi yani. artık daha sık görüşecek olmamız güzel birşey, ama bu konuda servet ne düşünür bilemeyeceğim :P arada, daha doğrusu oraya buraya teftişe çıkmadığı zamanlar da akbank'ta müfettişlik parçalayan erkal da bize katılır herhalde. sözün özü, levent havalisinde ufak bir inanç kliği oluştu, bu civara uğrayanları bekleriz.
  • altivi teklif detayları sömürgeni bir uygulama hazırlıyordum makina çökmeden önce, onu tamamladım. acayip kalabalık bir veritabanı oluştu; şimdilik yaklaşık 3800 ihale, 650-700 bin kadar da teklif var incelenecek. ilk izlenimlerim biraz şaşırtıcı, hafiften işkillendirici, sonrasında da fena halde gıcık edici.
    • şaşırtıcı olan kısmı, eğer altivi sattığı ürünleri "ürün fiyatı" diye duyurduğu fiyattan temin ediyorsa, şu anki teklif sayısı ve teklif bedelleri göz önünde bulundurulduğunda yaklaşık 2 milyon ytl kadar zararda görünüyor. tabii ki, bu gayet naif bir varsayım; yani piyasa fiyatlarından biraz daha düşük fiyatlarla satınalım yapıyor olmaları beklenir. altivi'den mi yoksa başka bir yerdenmi okudum çok iyi hatırlamıyorum, ama stok tutmadıkları şeklinde bir bilgi/duyum var ki, toptan alım yapmadan nasıl indirim alınabilindiğini çözemedim. indirim demişken, perakende fiyatı üzerinden yaklaşık %25 indirim almış olmaları gerekiyor, o da başa baş noktasına gelinmesi için. bu durumda ya stok tutuyorlar, ya da distribütörlerden acayip kelepir mal kapatıyorlar.
    • işkillendirici olan, tekliflerin önemli bir kısmının son dakika içinde yapılmış olması, hatta birçok durumda tekliflerin neredeyse kazanan rakamı ya merkez alacak şekilde, ya da ucu ucuna içerecek aralıklar içinde verilmesi. eğer verdiğiniz teklif grubundan daha sonra teklif verilmeyeceğinden eminseniz o zamana kadar verilen teklif sayısından 1 fazla teklifi en yüksek fiyattan aşağı doğru verirseniz kazanmanız garanti, ama bu da çoğu zaman karlı olmuyor. esas işkillendirici olan ise tekliflerin veriliş şekli değil, bunların altivi ekibi tarafından verilen dummy, "keriz silkeleme" amaçlı teklifler olma ihtimali. bu bakımdan biraz şeffaflığa ihtiyacı var altivi'nin.
    • gıcık edici kısım kendini sitenin "yasal uyarı" kısmında gösteriyor. deniyor ki:
      AL SATIŞ bu internet sitesinin genel görünüm ve dizaynı ile internet sitesindeki tüm bilgi, resim, AL TİVİ markası ve diğer markalar, www.altivi.com ve www.altivi.com.tr alan adları, logo, ikon, demonstratif, yazılı, elektronik, grafik veya makinede okunabilir şekilde sunulan teknik veriler, bilgisayar yazılımları, uygulanan satış sistemi, iş metodu ve iş modeli de dahil tüm materyallerin (“Materyaller”) ve bunlara ilişkin fikri ve sınai mülkiyet haklarının sahibi veya lisans sahibidir ve yasal koruma altındadır.
      bold italic kısım beni değil gıcık, resmen ifrit etti. takası icat eden adam patentini almayarak aptallık mı etmiş? bu işi ilk sen mi yapmışsın, mucidi sen misin? hepsini geçtim, bir satış yöntemi herhangi bir şekilde fikri koruma altına alınabilir mi? bana göre tüm bu soruların cevabı hayır. öncelikle bu iş altivi'cilerin gri hücrelerinin mahsulü değil, kendilerinden önce açılmış örnekler var (mesela http://www.limbo.com/), satış yöntemi de çok taze değil, o halde pazarı kapatmak için böyle bir cinliğe başvuruyoruz. ayıp değildir de nedir yani şimdi bu? incelemelerimiz sürecek; e, soruşturmacı gazeteciliğin tadını aldık bir kere, durmak olur mu :P
  • her bir procem beklemede, ama artık suçu zamansızlığa değil de maymun iştahlılığa bağlıyorum artık. bir onunla uğraşayım, bir de şuna bakayım derken hiçbiriyle hakkıyla ilgilenemiyorum. işleri bir öncelik sırasına koyup teker teker ele almak en doğrusu...
  • gödel, escher, bach: an eternal golden braid... hastası olduğum, her elime alıp sayfalarını karıştırdığımda mutlaka bir şekilde beni şaşırtan, afallatan, aynı anda hem daha zeki ve daha aptal, eksik hissettiren bir kitap. koç'tayken orijinalinden, ucundan kenarından nasiplenebilmiştim. sonra kabalcı'dan türkçe çevirisinin çıktığını öğrendim ve bir tane edindim. çevirisi fena sayılmaz ve kesinlikle öneririm, özellikle temel bilimciler ve mühendislere. tabii, imkanınız varsa orijinalinden, doğrudan douglas hofstadter'in elinden çıkma metni takip etmeniz daha uygun, daha güzel olur.
  • işte ise yepyeni bir macera: "iş bankası outsourcing öğreniyor". accenture ile çalışıyor, onların manila'daki ekibine işleri usulünce yapabilsinler diye deli gibi doküman hazırlıyoruz. hatta geçen gün 2 saat telekonferansla elemanlara belli tip bir servisin nasıl yazılacağıyla ilgili sunum yaptım. hiç yapmadığım şey... neyse ki iyi gitti. işin garibi, yazılım departmanında kod yazmayı özledim, hazır -ve ne yazık ki köhnemiş- codebase üzerinde at koşturmak yerine yeni bir şeyler yapmayı özledim.
biriktirip biriktirip patlıyoruz işte böyle efendim.

Monday, July 2, 2007

my computer is not fubar at all, only a little shaken

makinamı toparladım, bir sürü de şey yaptım ama yazmaya pek zamanım yok.

fermat'ın "kanıtını buldum, ama bu sayfanın kenarına sığmayacağından yazmıyorum" demesi gibi bi'şey.

Wednesday, June 27, 2007

my computer is fubar

evet, kahretsin!

anlaşılmaz bir şekilde, saat gibi çalışan bilgisayarım açılmamazlık etti. aslında windows xp pro ile açılıyor, ama yapmak istediğim ne varsa (database işleri, vs.net, vs.) 2003 server tarafında, ve açılışta mavi ekran veriyor. neyse, herbi'şeyimi iPod'uma yedekledim ve bu arada daha geniş kapasiteli bir taşınabilir diske ihtiyacım olduğunu hissettim. sığmıyorum kardeşim 60 Gb'a! nasıl cia'in "family jewel"ları var, benim de bir sürü kodum ve en önemlisi, açılışından ağustos 2004'e kadarki silinmemiş tüm ek$i entrylerini (4 milyona yakın kayıt var) içeren veritabanım var. o var , bu var, şu var derken doluveriyor iPodcağız. eşekliği elden bırakmayarak kurulum sonrası imaj almadığım için gerekli ne varsa silbaştan kurmam gerekecek, ki olayın esas sinir edici kısmı da burası. bu sefer işi sağlama alıp, tüm gerekli program ve driver'ları kurduktan sonra tertemizinden bir imaj alacağım.

turhan hoca ile bir matematik portali, caner ile de işler umulduğu gibi yürürse bir startup kuracağız. altivi analiz programı işi de malum nedenden (makine haşat) dolayı askıda.

cem uzan'dan günleri 32 saate çıkarma vaadi bekliyorum.

Friday, June 22, 2007

the dramatic look



her izlediğimde ayrı yarılıyorum :P

yarın turhan hoca (alnıtemiz) ve ufaklardan kadir ile bi' proce üzerine kasacaz sabahtan. bakalım... ne olacağını ben de çok merak ediyorum.

altivi analiz programının da veri toplama (screen scraping) kısmını yazdım, analiz kısmı kaldı. cevabını merak ettiğim temel sorular bir ihaleyi kazanmaya yetecek en az teklif sayısı ve bu tekilflerin dağılımı (yüzdelik dilim benzeri). tüm bunlar ürün kategorisi, ürün ve fiyat aralıkları göz önünde bulundurularak irdelenmeli tabii.

Friday, June 15, 2007

altivi

altivi internet'te denk gelebileceğiniz sayısız alışveriş sitesinden biri, ama ürünleri satış mantığıyla diğerlerinden biraz farklı. sattığı her üründen sadece 1 adet satıyor, ki bu türlü çalışan bir sürü açık artırma sitesi var. ancak, sattığı ürüne sınırlı sayıda teklif alıyor ve teklif vermek ücretli, ayrıca teklif süresi de kısıtlı. satış sürecine formal takılalım diye "ihale" demişler, ki hafif bir ihaleye girme tadı da veriyor site üyelerine. ihaleyi ise, en yüksek benzersiz teklifi veren kazanıyor. "benzersiz teklif?" dediğinizi duyar gibiyim, açayım. bir ürüne şu şekilde teklifler gelsin:

  1. 100 ytl
  2. 101 ytl
  3. 99 ytl
  4. 98 ytl
  5. 101 ytl
  6. 100 ytl
tüm tekliflerin, bu örnek için ayrı kişilerden geldiğini varsayalım (ki birden fazla teklif yapmak serbest). ihale sonucunda 99 ytl'lk 3. teklifi vermiş olan kişi ihaleyi kazanıyor, çünkü onun üstünde kalan 100 ytl ve 101 ytl'lik ikişer teklif var.

reklam olsun diye yazmıyorum bunları, sitenin sahiplerini de tanımam. dikkat çekmek istediğim şey, çok değişik ve -hakkında ekşi'de yazılan yorumları okuduktan sonra- belki ileride kimi yasal problemlerle başı ağrıyabilecek bir iş modeliyle karşı karşıya olduğumuz. yurtdışında benzer örnekleri yoksa, piyasada iş modeli geliştirebilecek insanların bulunduğunu görmek sevindirici birşey.

yine de, işe patron ya da maliyeci değil de alıcı gözüyle bakarsak, bu tür bir sistemden maksimum faydayı elde etmek için bir sistem geliştirmeye çalışmak en mantıklısı olacaktır. bitmiş ihalelere ait teklifler sitede görüntülenebiliyor, ve web scraping ile bu bilgiler bir veritabanına aktarılabilir ve buradan birtakım sorulara yanıt aranabilir. aklıma gelenler şunlar:
  • bir ihaleyi kazanabilmek için en az kaç teklif, hangi örüntüyle verilmeli?
  • üyelerin tipik bir teklif verme davranışı var mı, birden fazla ise bunlar nasıl kategorize edilebilir?
  • brute force (bu durumda bol para) ile ihalelere girenlere karşı diğer üyelerin bir şansı var mı?
  • tüm bu olayın game-theoretic bir ilginçliği var mı, incelemeye değer mi?
bunlar üzerinde kafa patlatılabilir, çünkü mantıklı bir şekilde ihalelere girip kazanırsanız, almak istediğiniz şeyleri çok ama çok ucuza getirebiliyorsunuz. 10 bin liraya otomobil mesela!

Thursday, June 14, 2007

garp cephesinde...

yanılmıyorsam bir önceki post'umda mezunlar günü organizasyonunda emeği geçenlere teşekkür etmeyi unutmuşum. klasik egemen ayılığı, mazur görün. hem mutlaka orada, "on-the-fly" teşekkür etmişimdir de, ya kafamın algoritmik çalışası tutmuştur da olayı düşük öncelikle priority queue'ya atmıştır, ya da an itibariyle icat etmiş olduğum "gelgit demans sendromu"na kurban gitmişimdir o an için. yine de tekrarında yarar var; süperdi, harikaydı, çok ama çok eğlendim. kayıtlara düşülsün hakim bey.

google'ın picasa'sını görünce, ne diyeyim, flickr'ın pabucu dama atıldı hemen. 1 Gb fotograf alanı veriyor ve bu foto sayısından bağımsız, flickr gibi 200 foto sınırı falan da yok. foto adına neyim varsa oraya taşıyorum. erişmek isteyenler için: http://picasaweb.google.com/egiboy/
buradaki fotoların daha yüksek çözünürlüklü (3200 x 2400 gibi) halleri için bana mail atın.

ekşi'deki çaylaklığım konusunda yazdığımın ertesi günü sözlüğe geri döndüm. süper olay.

dünkü karaoke olayına da gelesim vardı, hatta facebook'umdaki status'umu bile "Kemal is following the yellow brick road" diye değiştirmiştim, ama fena halde bezgindim, serviste yerimi aldığım gibi uyuyakaldım zaten. yine de gruba "ilkinden haberim yoktu, ben de organizasyonu protesto ettim" şeklinde bi'şeyler yazdım. ne polemojen insanım, korkulur benden :P

Monday, June 11, 2007

yazacak çok şey var...

öncelikle elimde birikmiş bir sürü fotograf var online bir yerlere koymak istediğim. flickr ilk başta iyiydi, güzeldi, ama 200 fotograf limiti can sıkıcı ve pro hesaba da geçmek istemiyorum. o yüzden biraz temizliğe giriştim ve 40-50 kadar fotoyu ayıkladım. yenilerine yer lazımdı, n'apalım.

ekşi'de mayıs-haziran aylarını artık çaylaklık sezonu belledim. geçen sene de bu zamanlar durum aynıydı. hiç kasmadan 10 entarimi giydim, bekliyorum.

eyüboğlu'nda inanç oyuncularının katıldığı yarışmadan sonra nedenini anlayamadığım bir sessizliğinn yaşandığından bahsetmiştim. o nedeni öğrenmiş, daha doğrusu tahminlerimi doğrulamış bulunuyorum: geleneksel inançlı üşengeçliği. yoksa aldıkları sonuç hiç de fena değil, ikinci olmuşlar. hatırladığım kadarıyla iki oyuncu da ödül almış. daha ne olsun?

tüm bunların haricinde egiboy planlama teşkilatı kapsamındaki (lafa bak hizaya gel) işleri en azından altyapı yönünden ilerlettim. kütüphane otomasyon hedesinin veritabanı yapısı hazır, üstüne herşeyi koşturacak kodu yazacağım olmayan zamanımda. birtakım rutin işleri (kitap iadesi ve gecikme cezalarının hesaplanması gibi şeyler) de sql job'larla halledicem. refined search olayı olmayacak, onun yerine autocomplete listesi oluşturan bir yapı koyacağım. sıkılırsam regexvari birşeyler de koyabilirim, ama kullanımı cs'çiler için bile kolay olmayan birşeyi vatandaş mehmet'e kullandırtmaya çalışmak hiç de kullanıcı dostu bir tasarım kararı olmaz. ortaya birşeyler çıktıkça haberiniz olur zaten...

bu haftasonu inanç'taydım, mezunlar günü'ydü. iyiydi, güzeldi, hoştu da yönetim okula varlık içinde yokluk yaşatıyor sanki. şöyle ki sırf bilgi ve sanat merkezi adında, ama kesinlikle o iş iiçin tasarlanmamış, görüş açısı n tane sütunla bölünmüş bir salonda yapılıyor etkinlikler. neden? böyle bir binamız var, yeni tefriş ettik, kullanmazsak ayıp olur. yemekhanenin hem akustiği daha uygun, hem de sütunlarla geçilmemiş bayağı geniş bir açıklığı mevcut. çözüm? yemekhanenin adı "iştah ve sanat merkezi" olarak değiştirilmelidir, acil!

bayağı kalabalık bir mezun grubu, hep birlikte okulu süper işgal ettik, ve gayet iyi ağırlandığımızı söyleyebilirim. geçen senelerde yaşanan ve okul yönetimince tatsız olarak değerlendirilen cinsten olayların yaşanmaması sevindiriciydi. uzun zamandır görmediğim inançlı'ları görmek fırsatım oldu; gül, ekim, yasemin, orkun, katran... özlemişim bea! hoş, mezunlar günü sırasında ve sonrasında birerden iki yeni potansiyel iş çıktı. biri turhan hoca ve birkaç inançlı ile girişeceğimiz bir web varlığı işi, diğeri ise inanç forum'da caner'in startup kurma önerisi. her ikisi de gayet heyecan verici; tabii, detayların konuşulması lazım.

Monday, June 4, 2007

icraatin içinden

kaç zamandır üzerinde çalıştığımız proje bitti. evet, bitti! işin en kolay kısmı bittiğini söylemek herhalde. ürünün reklamı olduğunda "şunun şurasını burasını ben yaptım" diyebilmek güzel olacak.

geleneksel blog ihmal rutinine girdim geçen hafta, oysa ki yazacak şeylerim de vardı. mesela, salı günü inanç oyuncularının eyüboğlu koleji'nde oynadıkları oyunu seyrettim: "gözlerimi kaparım vazifemi yaparım". süperdi, kesinlikle süperdi. en sevdiğim kısımları mimiklerdi; vicdani'nin afalladığı anlar, müzik yapan tayfanın oyunla etkileşimi dibimin düşmesine yetti. yalnız kimi anlarda oyuncuların ne söylediğini anlamakta fena halde güçlük çektim, kelimeler olmadık yerlerde iç içe girdi. ayrıca sıklıkla tekrarlanan söyleyiş hataları rahatsız ediciydi. nerede "erkân" geçtiyse hepsi "Erkan" diye telaffuz edildi. çalışılmamış demek ki. herşeye rağmen istanbul'da "benim" diyecek birçok tiyatro kumpanyasından iyilerdi, ki o kadar da farkları, farkımız olsun zaten... tüm olay bir yarışma dahilinde olduğundan sonuç ne oldu diye meraklardayım, ama şu zamana kadarki sessizlik birşeyler anlatıyor sanki :P

"egiboy planlama teşkilatı" başlığı altında egiBlog'da bahsettiğim işler tarihin sayfalarına en kral vaporware'ler olarak geçecek gibi. uygun zamanı bekleye bekleye günleri tüketiyoruz, ama değecek; vallahi değecek, billahi değecek. mesela bir ara bahsettiğim ex libris olayıyla entegre bir kişisel kütüphane uygulaması kasıyorum, bittiğinde süper olacak. tabi kongre kütüphanesi çapında bir yer için planlamıyorum, ortada gezen kütüphanecilik standartlarına falan da pek kulak asmıyorum, işimi görsün yeter. so much to do, and so little time...

işte (iş'te) de tekrar java'ya dönüyorum sanki, tahtalara vuralım...

Monday, May 28, 2007

egiboy yorumlarınızı yorumluyor, #1

yazmaya değer hiçbir şey yapmıyorum, süper! o zaman n'apıyoruz, güzin ablacılıkla geleneksel egiboy ukalalığını harmanlıyoruz ve yeni köşemizi tanıtıyoruz: egiboy yorumlarınızı yorumluyor!

meltem yanlış anlaşılma üzerine 22.5.7 tarihli yazımı yanlış anlayıp anlamadığı ile ilgili bir iç anlaşmazlığa düşmüş. beni tamamen doğru anladığını ve ortada halen bir yanlış anlaşılma varsa bunu anlayışla karşılayacağımı kendisine bildiririm, muştularım, daha neler neler.

mine kızımız durmamış, cuma (25.5.7) günüyle ilgili girdiğim entariyi gazal'a okumuş. evet, şaşırdım menünün fotografını çekmesine, ama o saatte bende herhangi bir şeye mana verebilecek kafa var mıydı, hiç sordunuz mu, sorsanız söylemez miydik? blog entarisini şeettirirken aklıma "gerizekalı yiyemem aman" olayı geldi, o sıra özdenetimden geçirmeden klavyemin ucundan şıp demiş damlamış. kırılan gücenen varsa hayvanlık etmişim, cümlenin sonundaki ":P"'a sığınırım.

yarın inanç'tan birtakım drama insanları "gözlerimi kaparım vazifemi yaparım"ı oynayacaklarmış eyüboğlu koleji'nde. orada olacağım, olmaya çalışacağım. gelen olursa görüşelim...

Sunday, May 27, 2007

cuma günü faaliyet raporu

cuma akşamı baktım kimse beni mesaiye bağlamıyor (yeni icat ettim bunu da, atalım public domain'e rahvan gitsin) ve mine geldiğinden beri "bir ara görüşelim" noktasında kalmışız, çektim telefonu. aradım, uyuyordu; yalnız, uyuyor olup da bu kadar kısa sürede hazırlanabilen biri cins-i latif arasında az bulunur, takdir ettim. buluştuğumuzda (yanında hintli arkadaşı gazal da vardı) üstünden tüm hafta geçmiş bir egiboy ile karşılaştılar, hoş olmadı tabii :P

günün geri kalanı gayet süperdi, ama başlangıcı kötü ötesiydi. misafirimize yabancılık çektirmeyelim ve egiboy kişisine değişik bir mutfak deneyimi yaşatalım diye taksim'de ismi lazım olmayan, hint yemeği yaptığını iddia eden bir yere gittik. iyi, güzel, damağımıza uygun, ama böyle bir servis rezaleti görmedim, hatta geleneksel kalıplarımızdan birini kullanarak tekrar edeyim, egiboy egiboy olalı böyle zulüm görmedi. neysemkine, sonrasında odakule'nin karşısında süper terası olan bir mekana gittik, ben şahsen süp-per eğlendim. iş dışında da bir hayat var, biliyorum, ama bir sarmalın içine düşüveriyor insan, hele bir de büyük bir işin tam ortasındaysan. bir sürü fotoğraf çektiler, ama gazal niye restorandaki menünün fotografını çekti, hala anlayabilmiş değilim. gerizekalı işte :P

iyi geldi bea!

Monday, May 21, 2007

kendini ifadeden sıfır!

cümlelerimi yanlış mı kuruyorum hep yahu? bir önceki olay kadar fecaat içermese de meltem'cim yanlış anlamış beni ;(

ona takılmak için tracker koyduğunda "big meltem is watching you" yazmıştım, sonra da aynı olaya değinerek, egiBlog'a da google analytics'den tracker koyduğumda "ona çamur atmıştım ama ben de yaptım işte, çok da güzel oldu" şeklinde anlaşılması gereken bir-iki cümle yazdım. kesinlikle tekrar eleştirmedim. iyi bir fikir zira kimin sana nereden nasıl ulaştığı hakkında bilgi/fikir sahibi olmak.

"bir önceki olay" deyip de anlatmamak olmaz tabii. inanç'tan kimyacımız güler hanım, kendisi hakkında ek$i'de yazdığım entry'deki bir noktaya takılarak geçici bir süre benimle ilişkilerini maslahatgüzarlık seviyesine indirmişti. önce entry'yi görelim uğur'cum:
and the burçin insanı.

ayrıca kapağındaki inanç lisesi yazısını silgi ve çıkmaz kalem marifetiyle "iman sesi"ne çevirip bir de arka fona ezan okuyan tipsiz bir hoca * çizdiğim prep diary'mi görünce desibelinin ayarı kaçmış bir şekilde "çabuk yoket şunu!" deyişi halen kulaklarımda çınlamakta, bir kısım duyu kayıplarımı da olanca gerçekliğiyle açıklamaktadır.

ayrıca hiçbirine gitmediğim lgs (e tabi zamanında "fen liseleri sınavı" diye bilirdik biz onu) hazırlık dersleri verirdi okul saatleri dışında. sonuç için (bkz: kabataş erkek lisesi/@egiboy)
peki neden küsmüştü bana güler hanım? kendisine "tipsiz" demişim diye! bir kere, inanç öğrencisi öğretmenine "hocam" demez, kaldı ki "hoca" kelimesi ile "tipsiz" kelimesi arasında es verilmesini gerektirir bir noktalama işareti falan da yok. bu ve başka nedenlerden dolayı da güler hanım'la ilgili değil bir tipsizlik iddiası, iması bile yok yukarıdaki entry'de. zaten entry'yi kendilerine tekrar okuyarak çözmüştük olayı, güler hanım da büyükelçisini geri göndermişti.

demem o ki, yanlış anlamayın beni, üzülüyorum...

Sunday, May 20, 2007

being a lost freak, take #2

en az dharma initiative olayı kadar gizemli, yalnız onun olmadığı kadar gerçek bir deney cern'deki atlas deneyi. yine de insan kendini alamıyor, koc-caman bir dharma logosu yapmışlar parçacık yakalama odası yapacaz diye:P

20.09.08 editi: foto atlas değil de cms'e (compact muon solenoid) ait sanki...

google analytics, komple

meltem'den aldım feyzi, tabi önce kendisini big brother'cılık oynamakla suçlayarak :P egiBlog'a kim nereden geliyor, ne kadar kalıyor bilmemek kötü bir şeydi; birşeyler yazıp/çizip/karalayıp devamlı hiç izlenmediği izlenimine (kelimelere dikiz) kapılmak sağlıklı değil. yet again, the hero saves the day...

tüm bunların haricinde, bu yaz kafamızı iğfal edecek parça burak kut'tan (sözleri sezenanım'dan, müziği de şilili bir reggaeton şıftırtısından - did someone say "dale don dale"?) geliyor, komple! komple tikiymişiz, öyle diyor sayın kut.

blog'uma da geri dönebildim ya, benden mutlusu yok :P

Sunday, May 13, 2007

olan biten geçen giden

cumartesi akşamı biraz dağ havası almak için koç'taki bahar festivali'ne gittim. line-up fena değildi; dolapdere big gang, helldorado, nil ve ajda vardı. dolapdere big gang'in sonuna yetişebildim, ama pek de bir numaraları olduğunu düşünmüyordum zaten. en önemlisi, koç'tayken gittiğim her festivalden eksik olmayan yağmur bu sefer yoktu. bir de, allah'ın koç dağlarında ne işi olduğunu bilemediğim iki inanç'lı da oradaydı; erdem öztürk ve cancan. dilek zaten ev sahibi, ama ağırlandığımı söyleyemeyeceğim :P onca bağırmaktan üç gün sesim çıkmaz diye düşünüyordum, sabahına hiçbirşeyciğim yoktu. demek ki neymiş, her halükarda ses tellerini nemli tutmak gerekiyormuş. arpa suyuyla banyo az yapmadılar hani yani... tüm bunların haricinde, öğrenci olmanın ne süper, ne aranası, özlenesi bir şey olduğunu tekrar gördüm. yalnız koç bu hislerin hakkıyla yaşanabileceği bir yer değil sanki, çok cebelleştiğimden midir nedir?

hepsii geçtim,
FENERBAHÇE ŞAMPİYON!

100. yılda çok ama çok yakıştı fener'ime.

bu ara birkaç kişiye inanç'ın logosu lazım oldu, ben de bendeki en yüksek çözünürlüklü olanını buraya koyayım dedim:

inanç'la ilgili her şeyin bir sezonu var; mezunlar günü yaklaşırken de nostalji sezonu açılıyor demek ki :P

Tuesday, May 8, 2007

playing tag, without all the running

şu zamana kadar egiBlog dahilinde niye yapmadığımı bir türlü kendime açıklayamadığım bir şeye bugünden itibaren (ve geçmişe dönük) başlıyorum. her post'u tag manyağı yapıyorum bundan sonra. web 2.0 olayının esası da bir yerde bu, insanların bilgiye ve geyiğe yönlenmesini kolaylaştırmak lazım :)

Monday, May 7, 2007

myers-briggs...

bayağı bir zaman önce bir arkadaşımın dürtmesiyle (ve "ya şu saatte cosmo testleriyle mi uğraşacam" serzenişleriyle) web'den bir myers-briggs type indicator testi doldurmuştum. pek tabi bir cosmo testi falan olmadığını anlamam uzun sürmedi. böyle 4 tane temel eğilime göre bir yere yerleştiriveriyor insanı, süper olay. ayrımlar da binary olduğundan 4^2 = 16 "stereotip"ten birine yamanıveriliyorsunuz. çok bir şey ifade etmese de intp(wiki)(ek$i) sınıfına giriyormuşum. nedir? tipik nerd işte; düşünen, düşünme üzerine düşünen, düşünme üzerine düşünmek hakkında kafa yoran, her ne kadar sistem insanı olsa da pasaklı saçaklı. bazı tespitler fena halde uyuyor, ama yine de insanları hepi topu 16 kategoriye ayırmanın ve bunu bilimsel kabul etmenin astrolojiyi (o da 12'ye ayırıyor, kategori kullanımında verimli :P ) bilim saymaktan pek bir farkı yok sanki, ki myers-briggs ile ilgili wiki maddesinde bundan bahsedilmiş (forer effect şeklinde). sonrasında jung'un adı geçince de "pardon abi, bilemedik" diyesi geliyor insanın. garip, ikircikli bir durum.

onların haricinde yorgunum, daha da yorulacağım. bilmemkaç saattir adobe cs3 web premium'u windows server 2003 üzerine kurmaya çalışıyorum, photoshop ve illustrator kurulmamakta inat ediyor; ya windows xp sp2 ya vista, başka birşeyin üzerinde çalışmayı reddediyor adi şerefsizler. vardır web'in kıyıda köşede bir yerinde bunun etrafından dönmenin bir yolu, ama şu saatte (00:30) uğraşamam bunlarla.

geç yatmayı, yatmamayı, vampir hayatını özledim. hikikomori (wiki)(ek$i) falan mı olsam ne? aklını yediğimin çekikleri işte...

Thursday, May 3, 2007

pseudocode iyidir...

az önce mine'nin python şeysi için pseudocode yazip gonderdim. pseudocode iyidir, çünkü her zaman çalışır... kağıt üstünde tabii :) umarım işine yarar...

onun haricinde, bir ara burada anladığım ex libris olayını tam teşekküllü bir kütüphane otomasyon olayına çeviriyorum hiç işim gücüm yokmuş gibi. db'sini hazırladım, 10 civarı tablosu var, işlemlerin çalışma mantığını da hazırladıktan sonra iki satır koda bakar olay.

iki gün mesaiye kaldım. değil pestilim, nano düzeyde filmim çıktı. taksiyle kule-ev(kartal) arası 1. köprüden 40, 2. köprüden 47 lira tutuyormuş bu arada, test ettim onayladım.

Tuesday, May 1, 2007

1 mayıs, mayısın biri...

garip bir zamanda, garip bir yerde yaşıyoruz türk halkı olarak; bugün çok daha rahat gördüm. bir olay/durumun ülkenin dirliğine, düzenine katkısını imkb endeksinin dalgalanmaları ile ölçen bir zihniyetin böylesi basit bir hesabın altından kalkabilmiş olması gerekirdi. şöyle ki:

  • öncelikle, ağır polisiye önlemlerin alındığı durumlarda "karşı" tarafın (evet, strateji kitapları, cephe haritaları, kırmızılarla maviler) da bilendiğinin artık görülüyor olması lazım.
  • sonrasında, madem herşeyimiz pek bir liberal ve her büyük satış/özelleştirmede stopaj/kdv peşinde koşma ufuksuzluğuyla, "bırak yapsınlar, bırak geçsinler" anlayışıyla hareket ediyoruz, o zaman bırakınız kırsınlar, bırakınız döksünler efendim! zararı (en fazla 3-5 milyon ytl) yandaş müteahhitlere aktarmak için ayırdıklarınızdan karşılarsınız!
  • onun yerine ne yapıldı? metro, deniz otobüsü, vapur, feribot seferleri iptal edildi (hoş, çağlayan mitingi'nde de halk otobüsleri lisanslarının geri alınmasıyla tehdit edilerek çalıştırılmadı, birçok anadolu şehrinde canlı yayınlar izlenemesin diye elektrikler kesildi), her iki boğaz köprüsünün de bağlantı yollarında akışı tek şeride düşüren kontrol noktaları oluşturuldu. işine gücüne, gidecek milyonlarca insan saatlerce gecikti, medeniyetin şaşmaz baremi borsa bile zamanında işlemlerine başlayamadı. sonuç milyonlarca ytl'lik iş gücü kaybı!
bir sayfanın iki yanına bunları yazıp muhasebesini yapıversinler bir zahmet; işine 4,5 saatte gidebilmiş, feci yol yorgunu biri olarak uğraşamayacağım. beni ve tüm istanbulluları bunlara maruz bırakan aşırı yetkililer hakkında ne düşündüğümü de ileriki aylarda önüme konacak sandığa anlatacağım.

size de tavsiye ederim.

not: işin insani (şiddet/gözaltı) boyutuna değinmek bile istemiyorum; ezbere biliyorsunuz ve en sulandırılmış haliyle bile mide bulandırıcı.

Monday, April 23, 2007

being a lost freak

görünen o ki levent plazalar civarında da faaliyetlerde bulunmuş dharma initiative. işte şok kanıtlar!

  1. deva ilaç binasının tepeden görünümü:
  2. kule çarşı
vay anasını sayın seyirciler :P

Friday, April 20, 2007

genç parti spotları

orada burada görmekten bıktım, ama ufaktan bir "spoof" yapmadan duramadım. ne bileyim...


Thursday, April 19, 2007

kahretsin, kahretsin...

23 nisan, bu yıl süper bir şekilde pazartesi gününe denk geldi. bu ne demek? az biraz da olsa uzun bir hafta sonu demek. bunu haber alan ösym ne yaptı sizce? benim de gireceğim 2007 bahar dönemi ales'i (eskinin les'i) 22 nisan sabahına yerleştirdi! tüm hafta sonu ile ilgili hülyalı hallerimin orta yerine dinamit!

ösym için deli'den geliyor:

Monday, April 16, 2007

doğum günü çocuğu olmanın avantajları

öncelikle, iyi ki doğdum :P

hediyedir pastadır falan hikaye, fazla mesaiden sıyırmanın en sağlam yolu imiş meğersem doğum günü. yine de yarın ve sonraki 3-4 hafta epey zorlu olacak.

en kötüsü, zaten kısık ateşte beklemekte olan megaprocelerim biraz daha beklemek zorunda kalacak. aklıma gelmişken, aradığım kitabı literatür'e sordurdum kaça getiriyorlarmış diye, kdv dahil 132$ diye döndüler bana! kandırdığınız çocuğu gelin beraber öpelim diyor, hayatta başarılar diliyorum. amazon'da 86$ yahu! ayıp diye birşey var...

Saturday, April 14, 2007

supermarket 2.0

her tarafta web 2.0 geyiği dönüyor farkındaysanız. olayın özet olarak temeli de kullanıcı yorumları, rating ve etiketler aslında. bunun bir süpermarkete uyarlanmış hali nasıl olur diye merak edeniniz varsa (var mıdır hakkaten), ahanda böyle olmakta:

bu arada wishlist olayına girdim, ama biri bana alsın diye değil, çıkarsa alacam ya da amerikalardan getirtecem dediğim ıvır zıvırı koyacağım buraya. ilk cihazdan başlıyorum soruşturmaya; kim getirir 22"'lik lcd monitörü amerika'dan? olsa süper olur, çünkü ytl'ye vurunca 450 liraya geliyo abd fiyatı, tr fiyatı ise 699 ytl teknosa'da (başka yerlerde belki daha ucuzdur). iphone için galiba gelecek yılbaşını beklemek durumundayım, çünkü haziran'da çıkacak ve o sıralar tanıdık pek kimse kalmaz diye düşünüyorum oralarda. zaten bir ürünü ilk alanlardan olmamak, bug fix'leri, firmware güncellemelerini bekleyip öyle almak, ürünün olası tüm sorunlarıyla peşisıra karşılaşmamak lazım.

Wednesday, April 11, 2007

inanc blog

sabah sabah maillerime bakarken inanc lisesi blog'una davet edildiğimi gördüm. her kim nasıl şeetmişse iyi şeetmiş, kutlarım kendilerini.

fazla mesai...

işte (iş'te) üzerine kastığımız projenin deadline'ı yaklaşık 1 ay geriye alındı; önemli bir toplantıya yetişmesi gerekiyormuş zira. bu ne demek? hayyyvan fazla mesai demek. yalnız bitince kastığımıza değer birşey çıkacak ortaya, orası kesin.

hiç işim yokmuş gibi kitaplarıma ex libris yapayım dedim. dijital ortamların nimetlerinden faydalanıp escher kırpıntılarıyla bi'şeyler çıkardım. artistik olmaktan çok güzel bir etiket olsun, sınıflandırmada yardımcı olsun, ev içinde kongre kütüphanesi ambiyansı yakalayalım diye uğraştım. bir örneği aşağıda. tıklayınca gelen resim biraz büyük, uyarayım. 600 dpi ile basınca 10 x 15 cm'ye sığacak şekilde yapıldı:

bir de, tekno şeylerle ilgili post'ları ayrı bir blog açıp oraya mı yapsam diyordum, mine'nin son post'unu okuyunca bıraktım, dağınık kalsın.

Saturday, April 7, 2007

ek$iVista grafik şeysi...

grafiği çizdirmek için wikipedia'da bir gıdım pseudocode buldum, yalnız benim çizdirmek istediğim grafik için ne kadar ölçeklenebilir bilemiyorum. olayımız ise şöyle; grafiğimiz tipik bir yönlü çizge (directed graph) ve çizgemiz köşe ve kenarlardan (vertices and edges) oluşmakta. force-directed yaklaşımda köşelerimizi eş yüklü parçacıklar, kenarlarımızı da birim uzunlukta türdeş (öss günlerim geldi aklıma birden-türdeş!) yaylar olarak kabul ediyoruz ve oluşturduğumuz çizgenin köşelerini rastgele düzleme dağıtıp sistemin hooke ve coulomb kanunlarına göre dengelenmesini bekliyoruz. ortaya gayet estetik, takip etmesi kolay çizgeler çıkıyor, yalnız yukarıda bahsetiğim ölçeklenme problemi had safhada; kulanılan algoritmanın hesaplamasal karmaşıklığı (böyle mi çevirmeliyiz computational complexity'yi?) n^3 seviyesinde! oha ki ne oha!

ya balık gözü benzeri, yalnızca odaktaki başlığın 2 link ilerisini göstereceğim, ya da başkaca yöntemler bulacağız; artık genetic mi kasarız, apayrı birşey mi kastırırız bilmem.

of ya, of!

Wednesday, April 4, 2007

strictly confidential

yaptığım şeyleri anlatmayı çok isterdim, ama hepsi yeni (ve göğüs kabartıcı kısmı, başka yerde olmayan) bir ürünün parçası olduğundan dolayı yapamıyorum bunu. onun haricinde bankanın tüm hesaplar üzerinde çalışan yeni karlılık programlarını yazdım. hesaplamalar basit, ama aynı işlem milyonlarca türk lirası ve yabancı para cinsinden hesap üzerinde çalışacağı için performansı yerlerde sürünmeyen, temiz kod yazmak gerekiyor. süreç içinde bir taraflarım çıkmadı dersem yalan olur, zira bir sürü kurum içi standart falan fiştan mevcut. eski tarihlerde yazılmış milyon tane program var, ve bunların önemli bölümünde bu standartlara uygunluk göremeyince "bize de mi kopenhag kriterleri lan?" demeden edemiyor insan :P

vaporware'lerim listesinin güncellenmiş halini de ekleyeyim, bu post'umuz da burada bitiversin:

  • versaTile simulasyon (simülasyon yazanı budaklı meşe odunuyla döverim, şiddetten yanayım, arz ederim)/erp şeysi
    • bununla ilgili hiçbir şey yapmadım, drawing board aşamasını geçemedi hala.
  • quant anket/test/e-learning aracı
    • sayfaları oluşturmakta kullanılacak markup dili üzerinde çalışıyorum, ama ürünün hedef kitlesini bilgisayar ve programlamayla ilişkileri kısıtlı öretim elemanları olduğundan dolayı iyi bir şablon takımı da hazırlamak şart. sık kullanılan/kullanılabilir soru tiplerini tespit etmeli.
    • esas işe yarayabilecek şey, komşusundan haberdar seçenek kutucukları tasarlamak olacak sanki. birçok ankette yanıtlar bir matristen seçiliyor, ve böyle soru tiplerinde bu tip seçenek kutuları işleri kolaylaştırabilir.
    • bildiğimiz lineer, başladığı gibi biten testlerden ayrı olarak verilen yanıta göre dallanıp budaklanan, ya da toefl'daki gibi soru bankasından yeni soru seçen yapıları da eklemeyi düşünüyorum.
    • test yayın ortamı internet olacağı gibi, test tasarım ortamı da web tabanlı olacak. sürükle-bırak ve snap-to-grid olaylarını öğrenmem lazım, bir de on-the-fly syntax highlighting yapıcam, tadından yenmeyecek.
  • ek$iVista online
    • grafik çizimi ile ilgili bir kitap buldum, ama yemek arasında ya da hafta sonunda taksim'e gitmeye fena halde üşendiğimden pandora'da, literatür'de ya da robinson crusoe 389'da var mıdır diye soramadım. krugle ya da koders'dan başka dilde hazır kod bulup apartmaktansa pseudocode'dan hareketle kendim yazarım daha iyi.
    • ek olarak bir başlık sınıflandırma sistemi planlıyorum, ama bunun için kategoriler belirlemem ve elimdeki sözlük verisinden bir corpus oluşturmam lazım. corpus'u oluşturduktan sonra deli pösteki sayar gibi kategoriler içinde her kelime puanlanacak, bu kelimeleri içeren entry'lerin başlık içindeki sırasına, kelimenin link içinde geçip geçmediğine, vs., göre her kategori için başlıkların puanları oluşacak. "başlıkları alt alta okumak" başlığını analiz etmek istemem doğrusu, şizofrene bağlar makina |--<8^~
    • erdös number olayı gibi x yazarının y yazarı numarasını bulacağım eğlence olsun diye. en kolay kısmı da bu zaten, ve bu sayının hangi yazar çifti seçilirse seçilsin çok yüksek çıkacağını tahmin etmiyorum.
  • geçen thinkGeek'de şöyle bir dalgametre gördüm. alınası bir şey, ama bunu alıp hemen orayı burayı özgürleştirmekten (öhö) daha eğlenceli bir (sayıyla 1) şey var; parçaları toplayıp, başka bir işim yokmuş gibi aletin bir benzerini yapmak!
    • selanik pasajı ya da yazıcıoğlu'na yollanmadan önce öğrenmem gereken şeyler var; usb arabiriminden veri nasıl gönderilir, hareket elemanları olan servolara nasıl komut gönderilir, falan da filan.
    • bunu bir de sensörlü, yolunu belirli bir dereceye kadar kendi bulabilen ama gerektiğinde uzaktan kumanda edilebilen bir aletin üzerine monte edersem tam süper olacak. bitirip deneme aşamasına gelirsem ilk denemelerimden birini kulede yapacağım. muhasebeye giden en kısa yol olsa gerek bu :P
odama, yurt odamın kapısına astığım gibi bir "karalama posteri" asmam lazım biraz olsun ilerleyebilmem için; blog bu işin hakkını veremiyor pek... ek$iAPI için kasarken gayet faydası olmuştu, şimdi de olmaması hiçin hiçbir neden yok.

Monday, April 2, 2007

kafayı kırmak

"The use of COBOL cripples the mind; its teaching should, therefore, be regarded as a criminal offense"
- Edsger Wybe Dijkstra

COBOL kasa kasa kafayı kırdım, millet "ne dil öğrensem" diye sorduğunda Scheme, Pascal derken Java falan yaparsın, dünyayı görmüş kadar olursun falan diyorum. N'oluyor ya böyle?

Saturday, March 31, 2007

haftalık dergisi röportajı

3 hafta önce haftalık dergisi'nden tuğrul tunalıgil aradı; okuldan (inanç tabii) ismimi ve iletişim bilgilerimi almış, 'okul sonrası "üstün yetenekliler"in halleri' konulu bir söyleşi şeettirecekmiş. başka "üstün"lerle de (ne demekse artık o) görüşeceklerini duyunca kabul ettim, o haftanın cumasının akşamı vatan gazetesi'nin merkezinde buluştuk.

önce fotograf çekimi yapıldı, ki abartısız yarım saat kadar sürdü, ki çekilen n tane fotograftan yalnızca bir tanesi dergi sayfasında yerini aldı. titizlik midir, dijital fotografçılığın verdiği deklanşöre basma rahatlığı mıdır, artık adını ben koymayayım.

sonrasında söyleşiye geçtik. eskiden, inanç'ta zamanın nasıl geçtiğinden, inanç sonrası üniversite dahili cebelleşmelerden, ilerisi için plan/projelerden falan bahsettim iki saat süresince, ortaya şöylemesine bir şey çıktı. Yorumlarımı kırmızı renkle şıftırttım:

Egemen Şentin (25 - Bilgisayar Mühendisi) (yaş kompleksim olmasa da belirteyim, halen 24'ümden gün alıyorum)

Bilgisayar Mühendisi olan Egemen Şentin, halen yazılım uzmanı olarak çalışıyor. Okumaya (ve yazmaya) dört yaşında başlayan Şentin, çevreden gelen "İlkokula erken başlatalım" talebine annesinin, ufak tefek olması (harbiden, insan konsantresiydim) nedeniyle karşı çıktığını söylüyor. Okuduğu lisenin ayrıcalıklarını şöyle anlatıyor: "Bir kere izole bir ortam. Haberleri, olanı biteni izliyorsunuz ama bunlar sizi pek etkilemiyor. Bizim zamanımızda ilk dört sene eve ayda bir kez gidip gelebiliyorduk. (okuldaki güven olgusundan falan da bahsetmiştim, ancak ilginç gelmemiş demek ki. ayrıca ben bu kadar kopuk konuşmam)" Senede 30 öğrenci alan bir okula gittikleri için arkadaşlık ortamının benzersiz olduğunu belirtiyor: "Ortam gerçekten güzel. Çıkıyorsunuz dışarıya, bir keşmekeş, harala gürele gidiyor. Sanki herşey üzerinize üzerinize geliyor. (koç'ta üzerime üzerime gelen ferrari'lerden dem vurmuş idim :) )" Şentin'in bilgisayarla ilk karşılaşması siyah yeşil monokron (monokrom/monochrome olacak o) ekranlarla olmuş: "Bilgisayara ilgim oyunlarla başladı. Ama sonra bir de baktım ki, okulun hazırlık kampındayken bilgisayarın başından kalkmıyorum. Zamanla programların nasıl yapıldığını (yazıldığını, allah kahır bela) merak etmeye başladım." Şentin'in üniversitedeki bitirme projesi de oldukça ilginç: "Projemi Ekşisözlük üzerine verdim. (burada da anlattığım ek$iVista) Aynı zamanda, 2002'den beri Ekşisözlük'te yazıyorum." Şentin, insanların "üstün zekalı, üstün yetenekli" gibi belli bir isim altında girdiklerinde işin içine rekabetin girdiğini söylüyor: "Benim de kendimi tutamadığım şeylerden biridir. Birisi bir şeyin bir hecesini yanlış söylesin, düzeltirim mesela. Böyle olunca da bazı insanlar size mesafe koyuyor." Şentin, gelecekte Bill Gates çapında bir bilgisayar mühendisi olma ideali olduğunu söylüyor (ne ne ne ne? birincisi, bill amca'dan hiç hoşlanmam. ikincisi, bill gates bilgisayar mühendisi değildir, hatta harvard'dan terk olduğu için bir üniversite derecesi dahi yoktur, honoris causa zımbırtılar da sayılmaz.) ve yazılım alanında yapmak istediği, kafasında oluşmuş bazı projeler olduğunu belirtiyor. Ama bunları yapacak zaman ve fikir olarak sunabileceği ortam olmamasından oldukça şikayetçi: "Fikir var ama çıkışı olmayınca, ben bunları ne zaman yapacağım, ya benden önce birisi yaparsa diye endişeye kapılabiliyorsun." Egemen Şentin, insanların "üstün zekalı" olduğunu bilmelerinin kendilerine farklı bakmalarını beraberinde getirdiğini söylüyor: "Üstün zekalı (bu tabiri kullanmam, kullandırtmam) olduğunuzu duyunca, üç tane üç basamaklı sayıyı çarp ve üç saniyede bunun cevabını ver diyebiliyorlar. Sizi ayaklı hesap makinesi gibi görebiliyorlar."

yer darlığından metni biçivermişler ama biçerken iyi seçememişler. böyleyken böyle işte...

Friday, March 16, 2007

dolu taneleri problemi- update

mutlaka ki yeni birşey değildir, ama daha önce bahsettiğim collatz zımbırtısı ile ilgili bir şeyle karşılaştım. hiç kasmadan grafik olarak şeettireyim:


şöyle ki, başlanan sayının tek ya da çift olması ihtimaline göre çizilmiş grafiğin her seviyedeki eleman sayısı fibonacci dizilimini izlemekte.

hiçbir şey değilse ilginç yani.

Thursday, March 15, 2007

kıskanıyorum!

... but my intentions are good :)

yani, gıpta ediyorum da denilebilir.

şöyle ki; şirin'in blog'undan bir tane de ben istiyorum!!! bir yerlere gideyim, yeni birşeyler göreyim, öğreneyim istiyorum. ne bileyim, "yaşasam ya biraz " diyorum...

oluyor mu? olmuyor, şimdilik...

1 haftadır dune'un 3. kitabını, children of dune'u okuyorum, hastasıydım, daha da feci hasta oldum. sırada da 4.sü, god emperor of dune var. du bakali n'olcek?