Saturday, September 20, 2008

hadi toparlan, gidiyoruz

21 eylül 2008, saat 16:00, kuşadası liman starbükü. 14 gün önce başladığım yerdeyim. hava hafif bulutlu olsa da yine güneşli, eylül sonu denemeyecek kadar da ılıman. dünkü yağmurdan sonra murphy'ye hak vermemek elde değil; "mother nature is a bitch". yüküm biraz hafiflemiş gibi; herhalde otelde bir şeyleri unuttum ama geri dönüp de alasım yok. neleri unuttuğumu biliyorum zira. iş değişikliği nedeniyle tatilsiz geçen iki iş yılının yorgunluğu, sıkıntılarım, endişelerim, iş stresi, ... , hepsi kadınlar denizi tarafında bir yerlerde kaldı. bir zen bahçesinden çıkmışçasına huzurluyum. döndüğümde beni ağır bir iş yükünün beklediğini biliyor olmak bile koymuyor bana. 15 günlük şarjla koca bir yılı çok rahat tamamlarmışım gibi görünüyor buradan ama sonuçta yarın pazartesi.

pazartesilerden nefret
neyse ki günümün önemli bir bölümü mail okumakla ve sağa sola laf yetiştirmekle geçecek.

bir buçuk saat sonra izmir adnan menderes'e (adb) doğru yola koyulacağım, bir saat yol, yaklaşık bir buçuk saat te alanda bekleyeceğim. 45 dakika - 1 saat arası da sabiha gökçen'e (saw) yolculuk... en fazla yarım saat sonrasında da evimde, yuvamda olacağım. her ne kadar deniz yoluyla gitmeyecek olsam da, rastgele...

son günlerin ilginçlikleri

hava güzel, deniz çarşaf demiştim geçenlerde, demez olaydım. hava tek kelimeyle garip, deniz de coştu hatta azdı. akşam biraz yağmur yağdı, gece daha da yağmasını bekliyorum. otelde şu sıralar mebzul miktarda iranlı var. geçen kafeteryadan geçerken köşede oturanların birkaçının boynunda kanatlı bir adam simgesinin asılı bir kolye olduğunu gördüm. geçen günlerde konuştuğum iranlıların hepsi "oruç tutuyor musun?" diye beni sıkıştırıp kendilerine aynı soru sorulduğunda "yok, biz seferiyiz, yolcuyuz" diye kıvırdığı için -müslümanlıkla şark kurnazlığı beraber geliyor galiba- bu grubu da müslüman olarak yaftalamıştım kafamda, o nedenle şaşırdım tabii. neden şaşırdım derseniz, bu kanatlı amca zerdüştlüğün simgesi. gittim sordum "tarihe sahip çıkalım diye mi takıyorsunuz yoksa hakikaten zerdüşt müsünüz?" diye. biri hariç (o da materyalistmiş; marx engels saydı durdu) hepsi zerdüşttü. biri tahran yakınlarında bir şehirde avizeci, diğeri mimar, diğerleri de esnaf. benim dinler tarihine yakın ama ana akım dinlerine uzak olduğumu görünce başladılar eteklerindeki taşları dökmeye. mollalara, şu anki eğitim sistemine, ülkelerinin içinde bulunduğu duruma saydılar, sövdüler. '78 civarı olan biteni (koç sağolsun) biliyordum ve belli detayları benden duymaları onları şaşırttı. kendi ülkelerinde bunlar çocuklara anlatılmıyormuş zira iddia ettiklerine göre. yaklaşık bir saat boyunca konuştuk da konuştuk; istibdat aşağı mezalim yukarı. sonrası da hep "burada kiralar ne kadar?" falan gibi piyasa araştırması tadında sorulardı. biri yerleşmeye niyetli gibiydi herhalde, bu tür sorular hep ondan geldi.

böyle dedi zerdüşt, öylece dinledi egiboy.

bir tatilin daha sonuna geldik. pazartesi yine ankara arı stüdyosu'nda sizlerle buluşmak ümidiyle, esen kalın...

beni kategorize etme

geçen gün bahsettiğim teknik/değil tag'lemesini hazır boşken yaptım. üç yeni kategorimiz var artık:

  1. teknik (bayık, banal, jargona bulanmış post'lar)

  2. değil (arı, duru, insanın içini açan post'lar)

  3. kekremsi (arada kalmış, karaktersiz post'lar)


ayırın, karıştırın! :P

Wednesday, September 17, 2008

egiboy.banalspot.com

gece gece fabuloso bir mesaj aldım şirin'den, facebook üzerinden. bir dizi iyi niyetli öneri:
yaa egiboy oncelikle noolur facebook'taki adini degistir her status update'inde egiboy is doing this and that yerine kemal is doing this and that yaziyo.
neyse, senin blogunu da takip ediyorum, ne guzel tatildesin :)) hic fotograf koymuycak misin? koysana azicik deniz kumsal vs fotografi gozumuz gonlumuz acilir :) bi de son olarak, bana blogumla ilgili "sunu yaz sunu yazma" diyenlere kil olurum onun icin feel free to ignore this, ama ne biliim isinde yaptigin teknik seylerle ilgili yazinca ben hicbisey anlamadigim icin boyle bon bon bakiyorum. oysaki boyle tatildeyken yazdiklarin tipinde seyler yazinca daha cok hosuma gidiyo. ama bu sadece bi helpful suggestion. kizmazsin umarim :/
hadi sana iyi dinlenmeler, iyi recharge olmalar. cok opuyorum kendine iyi bak!

sirin
bekletmeden irdeleyelim:

"kemal" olayı konusunda ben de rahatsızım aslında. dedemin adı kendisi, hatta onun da (namık kemal) yarısı. resmi işlemler haricinde hiç kullanmadım, imzamda "k." şeklinde bile bulunmaz. öss'de yanıt formunda adımı kodlarkenki halim gözümün önüne geldiğinde hele daha bir bozum olurum. neyse, facebook resmi daire olmadığına göre orada kemale ermeye ne gerek var? egemenlik yetmiyor mu? her millet hak ettiği şekilde yönetilir ey okur; senin de payına olgunlaşmadan iktidara gelen bir kifayetsiz muhteris düştü :P sonuç itibariyle şirin'in ikazı yerinde.

tatil fotografı konusunda ne yazık ki yardımcı olamıyorum. devam etmekte olan ve hiç bitmesini istemediğim (tatilinin bitmesini isteyecek kişilerle tanışıp onları ilgili sağlık kurumlarına yönlendirmek istiyorum bu arada) tatilimin blog post'ları haricinde tamamen belgelenmemiş bir tatil olmasını istedim, bu yüzden değil fotograf çekmek fotograf makinamı yanıma bile almadım. kendi adıma pişman değilim ama bu isteği karşılayamamama neden olduğu için üzgünüm. en başta egiBlog'da da detaya girmeyi düşünmüyordum, zira tatil insanın kendi için yaptığı bir şey ve hiçbir zaman bir ortamda "tatilde şuraya gittik, şuraya çıktık burdan indik oradan kaydık düştük uf olduk" falan diye anlatma hevesim olmadı. maldivler'e gidip fotoları ofiste dolaştırmak falan... ne bileyim, sevmem böyle şeyleri ama şu şehir kurtarma mevzuu fena dürttü beni. sonuç itibariyle "çekemediğin fotograf senin değildir" dememişler ama birinin deme zamanı gelmişti, dedim :P birkaç gündür çarşaf gibi olan deniz ve batarken tavdaki kızgın demir gibi kızıldan kızıla bürünen güneş de bana kalsın ;)

"şunu yaz şunu yazma" konusunda bir iritasyon, bir tahriş söz konusu olsa da yapıcı her türlü öneri kabulümüz. egiBlog'da o sıra neyle uğraşıyorsam onunla ilgili bir şeyler yazmaya çalışıyorum. işle ilgili neredeyse hiçbir şey yazamıyorum zaten, çünkü çoğu yeni çıkacak bir bankacılık ürünüyle falan ilgili oluyor ve çıkana kadar da kimsenin haberinin olmaması lazım. saman altından su yürütmek, sürpriz faktörü, hasan almaz basan alır, muz cumhuriyeti darbesi modeli iş geliştirme yöntemi, hangisini uygun görürseniz ondan yani. diğer teknik şeylerle ise tamamen kendi zamanımda ilgileniyorum o da tamamen işte (iş'te) bu tür yeni şeylerle oynamamızın mümkün olmamasından ve bunun etkisiyle paslanıp kalmak istemememden dolayı. o işlerle (ki genelde "egiboy planlama teşkilatı" şeklinde tag'lenmiş oluyorlar) ilgili post'lar aynı zamanda kendim için hatırlatma notları. iş zamanı zaten eski ve yeni programlama paradigmaları içinde boğuşma halinde geçtiği için bu zırada yazılan post'lar da haliyle blogspot'a değil de (olsa) banalspot'a yazılmış gibi oluyor. şöyle bir çözüm geliştirilebilir; geniş bir zamanda ben yüz küsur post'u teknik/değil şeklinde tag'lerim, böylece egiBlog'un banal/bayık/jargonistik/nerdfeed kısmı filtrelenebilir.

böyle yani.

Tuesday, September 16, 2008

okudum bitti tamam

hiçbir şey yapmıyor olmanın en güzel tarafı bir şeyler yapacak zaman yaratması.

cidden.

okuyacak zaman bulamamaktan şikayet eden bendeniz chapterhouse: dune'u da bitirip frank herbert'ın orijinal serisini tamamladım. bir hafta sürmedi. frank herbert'ın ahir zaman peygamberi ilan edilmesi lazım ama frank amca böyle bir çabayı kensi yazdıklarıyla boşa çıkarıyor. serinin içine girince insanın agnostik damarı depreşiyor, zira din resmen belli amaçlar doğrultusunda "üretilen" bir şey dune'da. ekolojik ve politik temalar zaten, hey hey de hey hey. her sayfası bir zeka pırıltısı. havada kalan şeyler de yok değil serinin sonunda, yalnız bu durumun nedeni frank herbert'ın 1986 yılında materyali tüketmeden öte yana yürümüş olması. oğlunun bir bilimkurgu yazarıyla beraber bu notlardan hareketle yazdığı bir yeni seri (6 öncül hikaye/prequel, şimdilik 2 ardıl/sequel) de var ama frank amca kadar iyi kotarmışlar mıdır, bilemiyorum.

spoiler: olay uzayda geçiyor.

Tuesday, September 9, 2008

tatildeyin++

tatile gidilebilecek en daral durumdayken mi gitmeli, yoksa sadece ben miyim böylesini denk getirebilen? neyse ki günler geçtikçe daha bir ısınıyorum tatile yalnız çıkma konusuna. ne bileyim, kimseye uymak, suyuna gitmek zorunda olmuyorsun. böylelikle plan da program da sen oluyorsun. tam koç burcu tatili yani :P

kadınlar denizi'nin (bilmeyenler için: buranın adının -dünya ah'ret bacılarımız- amazonlar'a dayanan bir hikayesi varmış. hoş, başka hikayeler de mevcut. bilmemek değil google'lamamak ayıp) sonunda, imbat otel'e komşu bir yerde kalıyorum ve daha ikinci günümde odamı değiştirttim. eski odam havuz ve hafiften deniz manzaralı, içinde iki tekli yatak olan bir yerdi. şimdiki ise balkonlu (oley), yatak da çift kişilik. balkon batıya bakıyor. güneş hep deniz üstünde battığı için günbatımının en iyi seyredilebildiği yerlerin başında ege kıyıları geliyor olmalı. bu uzun listeye dahil bir yerde kesintisiz deniz manzaram var. o zaman ne yok? keyfime diyecek yok!

yok yahu, aslında var keyfime diyecek. dün günümün önemli bir kısmını sahilde yürüyüşe ayırmıştım. tam su kesiminde yürüdüğüm için yol biraz meyilli, yani bir ayağın yukarıdayken diğeri hafif aşağıda kalıyor. böyle balans ayarı bozuk şekilde epece yürüyünce sağ ayağım koyverdi. tabii bunda iki ayağımın da kemerli olması (böyle orta kısmı biraz yüksek, inanılır gibi değil) ve neredeyse 120 kiloluk bir egiboy ayusu olmamın da payı vardır muhakkak. neyse ki şimdilik pek bi'şeyim yok ama ne denize ne de havuza gidebildim bu yüzden. yarın bunun acısını bir şekilde çıkartmalı.

geçen günkü iblis yunan'dan kurtuluş şenliklerinin bitmesini fırsat bilip çarşıya inmiştim. yine günlerden 7'si. bizimkilerle beraber çıktığımda yaptığımız gibi çıplak ibrahim sürücü hayratının yanıbaşındaki lokmacıdan lokma aldım. lokmaların her biri bana "yüksek sezonda gel" diye bağırıyordu, zira biraz soğukçaydılar. e, talebin çok olduğu zaman hem arz daha çok hem de arzedilen şey daha taze. oradan ayrılıp marina'ya doğru giderken bir kalabalık gözüme çarptı. efendim soruşturdum; neymiş? kuşadası'nı kurtarma operasyonu devam ediyormuş. bir halk konseri düzenleyerek halkı bir araya getirmişler ve konserde bir duygu yoğunluğu, bir amaç/ülkü birliği yaratılması planlanmış (yoksa nasıl gaza getireceksin ankaralı yazlıkçı müsteşar beyefendiyi?). halk böylece galeyana gelip kalan yunan'ı da evelallah püskürtecekmiş. samos/sisam'ın yakın olması da son dakika güzelliği; denize dökülseler bile fazla yorulmayacaklar.

konseri emre altuğ verdi. geç geldi, sahnesi fena değildi, yalnız geçen zaman içinde acayip bir ego büyümesi geçirmiş. hani ne bileyim, koç üniversitesi'ne raksotek (şu an yerinde mezunlar derneği satış mağazası var) açılışına gelen mahsun şarkıcı değil gibi geldi bana. o zaman da ilgiyi ondan çok iskender paydaş çekmişti. son bahsettiğim herhangi bir "ilgi" değil, saf katıksız genç kız ilgisidir bu arada, hem de "tatlı hayat" dizisinin döndüğü zamanlarda. çağla şikel'le evlenmenin getirdiği özgüven herhalde.

son olarak tüm bu tatil olayının ilk karesine dönüyorum. "şu zamana kadar yapmam gerekmedi, ben de yapmadım" listemden bir maddeyi düştüm: uçağa binmek. istanbul-izmir arası kısa bir yolculuktu ama bende daimi bir "pilot amca bi'daa!" deme isteği bıraktı. otomobil kullanmak bir sonraki adım. bisiklete binmek ise belirsiz bir tarihe kadar ertelenmiş durumda.

large hadron collider başlatılıyor yarın, çekirdeği kapıp tv karşısına geçmeli.

Saturday, September 6, 2008

tatildeyin

sonunda.

egiboy.

tatilde.

kuşadası'ndayım. hava ac-caip sıcak. biraz bayık, hatta burada detayına girmeyeceğim bir olay nedeniyle can sıkıcı başladı ama ısınacağım sanki. günlerden 7 eylül; kuşadası'nın düşman işgalinden kurtuluş günüymüş. meydanda asker abiler rap rap yapıyor. belediye dozerlere, itfaiye arabalarına, çöp kamyonlarına türk bayrakları asmış caddelerde dolandırıyor, şöförleri kornaya abanıyor da abanıyor. dükkanın birindeki hanutçu "burayı çöp kamyonuyla mı kurtarmışlar, helal valla" deyince yarılayazdım. efeler harmandalı oynuyor, burma bıyıklı gaziler tüfeklerini (evet, tüfek) çatmış kenardan seyrediyorlar. hiçbiri "benim o sıra kore'de ne işim vardı?" diye soruyormuş gibi görünmüyordu. esnaf "önce vatan, en büyük asker bizim asker" şeklinde fırsat buldukça tempo tutuyor. böylelikle hem en kıvamlısından ara gazını veriyor, hem de ülkesine, iline ve dahi ilçesine gerektiğinde nasıl sahip çıkacağını bu anlamlı günde bir kez daha ifade etmiş oluyor.

en son sekiz yıl önce gelmiştim ada'ya. daha bir beton, daha bir rantiye cenneti olmuş geçen zaman içinde. insan söylenmeden edemiyor; dükkan önü goygoyculuk yapacağına ekmeğini bir şekilde sana kazandıran çevrene, kuşadası'nın doğal güzelliklerine sahip çıksaydın ya esnaf beyabim? eskiden kalantor amerikalı amcalar görürdüm hep burada, şimdi ortalık (stereotipik hatta belki biraz yabancı düşmanı bir şeyler geliyor, sıkı durun) gürültücü, herşey dahil arsızı, ne istediğini bilmeyen bulgar/romen/rus amca/teyze kaynıyor. otelde de çok var kendilerinden, umarım rahat verirler de uyuyabilirim.

kafam karışık, uykusuzum. otele yerleşmeli, biraz formula'ya bakmalı, sonrasında ortamlara akmalı :P otelde wifi var mıydı hatırlamıyorum ama starbükü'nün beleş wifi bağlantısı iyi geldi. arada yazarım bi'şeyler.