Saturday, November 20, 2010

sonunda! temmuz 2010

son birkaç yılın içinde ilk kez bu yıl eylül'den önce tatile çıkabildim.  yanımda bu sene de annem var.  bu yılın planı önce valide hanım, sonra peder bey ile ayrı ayrı çıkmak olduğundan ve yakın zamanda ameliyat geçirmiş olan peder beyi yormak istemediğimizden planı harfiyen yerine getirdik.  istikamet yine kuşadası (macera aramıyoruz, istemiyoruz, maceraya katlanamıyoruz) ama bu sene değişik bir şey denedik. ne otel ne de apart otelde kalmak istemiyorduk ve biraz da hesaplı bir alternatif arıyorduk.  biraz kurcalamayla kuşadası limanı'na çok yakın bir daireyi 15 günlüğüne tuttuk.  daire ingiliz bir çifte ait ve davutlar tarafında oturan arkadaşları (myra ve kelvin frew) tarafından kiralanıyor. internet denilen nane hakikaten işe yarıyor böyle durumlarda, tavsiye ederim.

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/18942254710"]
her neyse, son dakikada epeydir ertelediğim bir dokümantasyon çalışmasını bitirmek üzere mesaiye kaldım, mesai dönüşü alel acele toparlandık ve en fazla üç saat uyku ile sabiha gökçen'e yollandık.  kısa ve rahat bir uçuş sonrası adnan menderes, bir saat kadar sonra da kuşadası. internetteki resimlerinde pek öyle görünmese de birinci bodrumda olduğu sevimsiz gerçeği ile karşılaştığımızı eve bayan myra'nın yardımları ile yerleştik.  ev, kuşadası'nın önemli bir bölümü gibi yamaçlara kurulu olduğu için ön kesilmez şekilde  deniz, liman ve ada manzaralı neyse ki, tamamen bir photoshop hilesine kurban gitmemişiz.

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/19646563902"]

ilk gün evin alışverişi ıvırı zıvırı halledildi ve dinlenildi.  ertesi gün pazar olduğundan, en yakın plaj olan kadınlar denizi'nde yer bulunamadı ve bir mini-münakaşa sonrası "green beach" nam bir plajda gün gün edildi, gidilebilen her gün kadınlar denizi'ne gidilmesine de ikinci bir emre kadar karar verildi.  akşam sahil parkındaki meydanda (ismail cem dostluk ve barış meydanı - vay!) küba'lı bir grubu ve onun kocaman teyze standartlarını büyük ölçüde karşılayan solistini dinledik.   günler geçti ve mahallenin pazarına gidesimiz tuttu.  pazar salı günü kuruluyor ve tezgahları işletenlerin çoğu roman.  her türlü stereotipik anlatımdan özenle kaçınırım, ama roman demek izleyen ilginç anlar demek a dostlar.  efendim, tezgahın başında annem biber falan bakarken benim de cep telefonundan bir şeye bakmam gerekti.  dakikası dolmadan roman bir abimiz şöyle deme ihtiyacını hissetti: "o telefon ağırlık yapmıyo mu abey?"  höh! "yok yok iyi böyle" falan deyip geçiştirdikten sonra hızla olay yerinden uzaklaştık.

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/19365138127"]

ev dönüşü yolu şaşırıp bir sokak yukarıdan gitmemizle de bu sefer bir sokak dolusu romanın ortasında kaldık mı?  bilenler bilir, kuşadası'nın güvercinada - kervansaray arasında kalan kısmı daha eski yerleşimdir ve bu civarın yukarı kısımlarının çoğu roman nüfustur.  daha on adım atmadan bizi turist zanneden çocuğun biri a 1 b 2 bastı küfrü!  "hsktr ordan pç" diyemiyorsun zira kavga çıkar, daha doğrusu dayak yeriz.  yabancı olmadığımızı söyleyince aralarında bir özür diledi, biz de aradan seyirtip geçiverdik, yolumuzu bir şekilde düzleyip eve vardık.  heyecana alışmamış bünyeye birkaç günlük adrenalin oldu, çok da güzel oldu.

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/19365236080"]

diğer günler deniz/ev/mümkünse çarşı döngüsünde sürüp gitti.  arada kendini apartmanın sahibi zanneden ve bizden aidat falan almaya çalışan, alamayacağını anlayınca kuduran, kendini bilmez bir apartman sakiniyle uğraştık.  muntazam aralıklarla ve çok şık formasyonlarla uçan savaş jetleri bizlere ege kıyısında olduğumuzu ve bunun bir kaşıntı mevzuu olduğunu hatırlattı.  valide hanıma sandalet almak için selçuk'a gittik, arada en az onbeş senedir gitmediğim efes'e uğradık.  efes'in benim için ilginç olan tarafı her geçen gün toprağın altından yeni bir şeylerin çıkıyor olması.  dolayısıyla her geçen gün yeniden inşa ediliyor ve yenileniyor, oysa ki her şey en az binbeşyüz yıl öncesinden kalma.  selçuk'ta tüm gün dolandıktan sonra bir köfteciye uğradık.  janjanlı bir ismi yok, "selçuk köftecisi".  öyle böyle bir köfte imal etmiyorlar burada arkadaş!  tek lokmalık ama tam bir lezzet bombası olan köfteler yapıyorlar, yolunuz düşerse mutlaka ama mutlaka uğramalısınız.  burada yerel efsane yağlı güreşçi mandingo (tekin kalkan, lakap da pek sakat :) ) ile tanıştık.  köfteden hareketle yaptığım tek tahminim mekanın sahiplerinin rumeli, tercihen makedonya muhaciri olduğu idi, çünkü bu köfte işini memlekette en iyi kıvıranlar onlar.  tahminim tuttu tabii ki :)

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/19496915554"]

arada az canımızı sıkan şeyler de olmadı değil.  yetkisini kendinden alan apartman yetkisizinden zaten bahsettim.  bahsetmediğim şeylerden biri de evin dandik şekilde döşenmiş elektrik tesisatı.  hoş, genel olarak yöredeki binaların yapı kalitesi yerlerde, ama elektrik tesisatı özelinde "bizim" ev bambaşkaydı.  bir sigorta arızası bir akşamımızı heder etti.  evde sıcak su ve fırın tamamen elektriğe bağlı olduğu için -güneş enerjisi ve gaz ocağı bekliyor insan haliyle- kalakaldık.  işin ilginç tarafı ise elektrik kullanımımızın kaldığımız sürece yoğunluğu hiç değişmemiş olsa da en başta önemsemediğimiz -sigorta atar, tekrar şalter açılır, devam edilir- arızanın ilk haftanın ortalarından sonra başlamış olması.  sigorta panosunun arka tarafından kablolar açık şekilde görülebildiği için dışarıdan kurcalandığını düşündük en komplo teorisyeni halimizle.

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/19524443558"]

burada "komplo teorisi" ibaresi biraz hafif kaçıyor, çünkü bir ara komşu olduğumuz bir komiser ile adli makamlara yansımış birtakım sorunlarımız var ve bu süreç başladığından beri kendimizi garip durumlar/olaylar içinde buluyoruz.  ne bileyim, herhangi bir gün plaja gidip gitmeyeceğimizi kim nereden bilebilir de bize yer ayırabilir?  hem de daha önce geldiğimiz günlerde hiç böyle bir "iyilik" ile karşılaşmamışken?  ayırılan yer de gayet tekinsiz üç-beş elemanın tam ortası bu arada.  ya da döneceğimiz günün akşamı dışarı çıkarken kapının önünde aylak aylak gezinen, makinalı silah taşıyan bir polis bulur musunuz? sokakta polise ait herhangi bir resmi araç yokken?   sokakta polisin müdahalesini gerektirir herhangi bir olay yokken?  bunu kafaya takmayıp limanda oturacak bir yer ararken girdiğimiz bir mekandan -yer ismi de vereyim, harvard cafe- "sizi alamıyoruz, aranıyormuşsunuz" diye geri çevrilir misiniz?  şu saatten sonra ne komplo teorisi?  böyle aptalca olaylar silsilesi de moral bozdu haliyle.  yine de eğlenmeyi ve dilenmeyi bildik, sağ ve salim olarak istanbul'a döndük.  birikmiş iki foundation serisi kitabımı bitirdim, bir kuşadası klasiği olarak ayağımı sakatladım,bir çok konuda kendime tutamayacağım sözler verdim, son dakikada yunan radyosu keşfettim,... geldim!

[blackbirdpie url="http://twitter.com/egiboy/status/20092905755"]

geldiğim gibi dergilerimi teslim aldım. ne zaman? az-z sonra!

No comments:

Post a Comment